SORUMLULUK;
Yaşadiğimiz yere, doğaya ve içinde bulunduğumuz topluma karşı sorumluluklarımız var.
Anayasamızda bu sorumluluklar öncelikle kamu kurum ve kuruluşlarına, sonrasında bireylere yüklenmiştir.
Kamu Kurum ve Kuruluşları sorumluluklarını yerine getirmediğinde, hatta kendilerine tanınan yetkiyi kötüye kullandıklarında bu defa bireyin sorumluluğu ön plana çıkar.
Marmara Denizi kendine has özellikleri olan bir iç denizdir.
Geçmişte su altı yaşamı ve su kalitesi olarak son derece zengin ve bereketli olan Marmara’nın suları ne yazık ki; günümüzde belli derinlikten sonra oksijensiz kalmış, su kalitesi düşmüş, canlı türleri bakımından ciddi bir kıyıma uğramıştır.
Marmara Denizi çevresindeki organize Sanayi Bölgeleri, Sanayi tesislerinin ağır metaller, toksik kimyasallarla kirlettiği deniz, çevre illerin giderek artan nüfusuna orantılı evsel atıklarının da deşarj edilmesiyle geri dönüşün olmadığı bir noktaya gelinmiştir.
Çevre Kanunu’na göre sorumluluk öncelikle Çevre Bakanlığına aittir. Olmadı Büyük Şehir Belediye Başkanlıkları, olmadı Belediye Başkanlıkları yaşanan süreçten ve sonuçlarından sorumludur.
Bugün Ne Bakanlığın, Ne de Belediyelerin Marmara Denizi konusunda ciddi bir gayret içerisinde olmadığı görülmektedir.
Çevre ile ilgili sivil toplum örgütlerinin , vakıf ve derneklerin de çabaları kendi etki alanlarında kalmaktadır.
Nobel Ödüllü Gabriel Garsia Marquez 1981 yılında Kırmızı Pazartesi adında bir roman yayınladı.
“Kırmızı Pazartesi”
Roman da, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, belli koşullarda bir halkın ortak davranış biçimlerinin nasıl şekillendiğinin portresini de çizmektedir.
Romanın kahramanı Santiago Nasar genç bir adamdır. Birliktelik yaşadığı genç kadının ağabeyleri tarafndan öldürülmek üzere aranmaktadır.
Tüm kasaba ahalisi bunu bildiği halde Santiago Nasar’ı uyarmamış ve ölümle sonuçlanacağını bildiği bu olayı engellemeye çalışmamıştır.
Bizim hikayemizde Santiago Nasar Marmara Denizidir!
Marmara Denizinde yaşamın öldüğü görüldüğü halde kimse kılını kıpırdatmamaktadır.
Aksine bir de Ergene Nehri çevresindeki Sanayi Kuruluşlarının atık suları, gene bölgenin Organize Sanayi Bölgelerinin kurduğu ve başında Devletin Valisi bulunan bir A.Ş. tarafından sözde Derin Deşarj yapılmak suretiyle arıtılmadan Marmara Denizine pompalanmaktadır.
Sorumluların dahi sürece dahil olduğu bu ortamda yirmi vatandaş bu katliama sessiz kalmak yerine bir hukuk mücadelesi başlatmayı tercih etti ve Çorlu 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/305 E. Sayılı dosyası ile Derin Deşarjın durdurulması istemli bir dava açtı.
MARMARA DENİZİ!
Marmara Denizi bir iç denizdir!
Denizin yüzeyi Karadeniz kökenli, dibi ise Ege-Akdeniz kökenli tuz, sıcaklık ve oksijen oranı bakımından farklı su kütlelerinden oluşur.
Evsel ve endüstriyel atıklar sonucu Marmara Denizi’nde organik ve inorganik toksik kirleticilerin, ağır metal elementlerinin deniz suyu ve sedimentinde yüksek seviyelerde bulunduğu aşikar olup, bu kirleticilere maruz kalan balıklar ve doğal yaşamın olumsuz etkilendiği kuşkusuzdur.
Büyük bir su kütlesi olduğundan atmosferik çökeltilere yoğun olarak maruz kalmaktadır.
Devamlı bir akıntı mevcuttur ve bu akıntı sebebiyle, kirleticiler denizde uzak mesafelere kadar taşınabilmektedir.
Dolayısıyla endüstrileşme ve nüfus yoğunluğunun az olduğu bölgelerde bile kirlenme söz konusu olabilecektir.
Evsel ve Endüstriyel Atıkların Marmara denizine pompalanması dışında yapılan Derin Deşarj Marmara’nın kaldırabileceği tolerans sınırlarının aşılmasına neden olmuştur.
Marmara Denizinde Oksijen Azalması,
Tuzluluğun artması,
Su sıcaklığının yükselmesi,
Organik ve inorganik toksik kirleticilerin, ağır metal elementlerinin inanılmaz oranlara yükselmesi bu durumun doğal bir sonucudur.
Özellikle biyolojik ve kimsyasal birikme karakterindeki kirleticiler göz önüne alındığında ekosistem açısından bu durum ciddi tehlikeler oluşturmaktadır.
Balık, kabuklu, böcek, yosun ve bitki… sonra sonra insan
Marmara denizi sanayi kuruluşlarının ve belediyelerin arıtma tesislerinin ÇÖKELTİ havuzu olarak düşünülebilir.
ARITMA!
Günümüz teknolojisinde; evsel atıkların biyolojik olarak arıtılması mümkündür. Bu arıtmanın kriterleri de bilimsel olarak belirlenmiş ve yasal mevzuatta bu haliyle yer almıştır.
Gene günümüz teknolojisinde aynı kimyasalları içeren sanayi atıklarının da büyük ölçüde arutılabilmesi mümkün olup, bu arıtmanın da kriter ve prosesleri bilimsel olarak belirlenmiştir.
Sorun farklı nitelikteki organik ve inorganik toksik maddelerin ve ağır metallerin bir araya getirdiği kompleks yapıyı arıtabilmektedir. Günümüz teknolojisinde henüz kokteyl tabir edilen karışımları arıtabilmenin sanayiye uygulanabilir bir yöntemi mevcut değildir.
Bu nedenle;
Öncelikle Organize Sanayi Bölgelerinde her bir sanayi işletmesinin kendi atığını kriter ve proseslere uygun olarak arıtması, Sanayi Bölgelerinin farklı işletmelerden gelen arıtılmış suları bir kez daha filtrelemesi gerekmektedir.
Başarılı bir arıtma; arıtılan suyun tekrar tesis içinde kullanılması veya tarım arazilerinin sulanmasında kullanılması olarak değerlendirilebilir.
Ancak bunun yerine Organize sanayi bölgelerinden alınan atık suların Tekirdağ Ergene Derin Deşarj A.Ş. tarafından arıtılarak Marmara’ya pompalanması ciddi soru işaretleri doğurmaktadır!
DERİN DEŞARJ!
Derin deniz deşarjı ne demek?
Derin deniz deşarjı işlemi,
Yeterli arıtma kapasitesine sahip olduğu mühendislik çalışmaları ile tesbit edilen
Alıcı ortamlarda denizin seyreltme ve doğal arıtma süreçlerinden faydalanmak amacıyla
Atıksuların sahillerden belirli uzaklıklarda deniz dibine boru ve difüzörlerle deşarj edilmesi olarak tanımlanıyor.
Derin Deşarj yapabilmek için ALICI ORTAM gerekiyor.
Alıcı Ortam; suyun seyreltme, doğal arıtma kapasitesi, ısısı, derinliği dikkate alınarak belirleniyor ve Alıcı Ortam vasfını taşıyan ortamlara atık sular “belirli bir süre” pompalanabiliyor.
Bilimsel veriler dikkate alındığında Marmara Denizi bir iç deniz olması, seyreltme ve doğal arıtma kapasitesi, derinliği ve ısısı nedeniyle “alıcı ortam” vasıflarına sahip değil.
Derin Deşarkja ilişkin veriler kamuoyuyla paylaşılmadığı için pompalama süresi dahi bilinmeyen bir veri.
KONUSU;
Davalı şirketin umuma ait bir su varlığı olan Marmara Denizi’ne endüstriyel atık suların deşarjı suretiyle gerçekleştirdiği müdahalenin ve muarazanın önlenmesine, eski halin iadesine, mahkeme aksi kanaatte ise endüstriyel atık suların tamamıyla arıtılmak ve/veya mevzuattaki en yüksek teknoloji arıtma standartlarına uymak suretiyle deşarjına, davalı tarafın Marmara Denizi’ne yönelik fiilleri telafisi imkansız zararlara yol açacağından, davalı şirketin endüstriyel atık suların Marmara Denizi’ne deşarjı faaliyetlerinin dava sonuçlanıncaya kadar durdurulması yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmesine ilişkindir.
1-Marmara Denizi’nin tabutuna bir çivi daha çakmamak için, Karadeniz ve Ege’nin de yok olmasını önlemek için, davalı şirketin Marmara Denizi’ne deşarj ettiği atık suların deşarjının derhal durdurulması gerekmektedir.
Marmara Denizi son 40 yıldır kıyı illerindeki sanayileşme ve beraberinde yaşanan yoğun nüfus artışının yol açtığı evsel ve endüstriyel atıklar sebebiyle hızla kirlenmiş, denizdeki oksijen seviyesi yıllar geçtikçe azalmış ve buna bağlı olarak denizdeki canlı çeşitliliği de büyük oranda azalmıştır.
İstanbul Valiliği’nin resmi verilerine göre Türkiye’nin nüfus bakımından en büyük kenti İstanbul olup, Marmara Denizi’ne kıyısı olan en kalabalık kent İstanbul’un nüfusu 15 milyonun üzerindedir.
Marmara Denizi’ne boşaltılan günlük atık miktarına ilişkin kesin veriler tam olarak bilinmemekle birlikte, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) tarafından yapılan açıklamalarda, sadece İstanbul’dan Marmara Denizi’ne boşaltılan günlük atık su miktarının 3,8 milyon metreküp olduğu, atıkların yalnızca fiziksel kısımlarını ayıklamaktan ibaret olan ön arıtma yapılarak boşaltıldığı, kimyasal ve biyolojik arıtma işleminin ise yapılmadığı, yani atıkların büyük bölümünün aslında kaba arıtma dışında arıtma yapılmaksızın boşaltıldığı anlaşılmaktadır. (https://artigercek.com/yazarlar/mehves-evin/istanbul-un-kanalizasyonu-nereye-gidiyor)
Marmara Denizi’ne kıyısı olan illerde yaşayan toplam nüfus 25 milyon civarında olup, Marmara Denizi’ne kıyısı olan Kocaeli, Bursa, Tekirdağ, Yalova ve Balıkesir gibi diğer illerde de aynı şekilde endüstriyel ve evsel atıklar arıtma yapılmadan Marmara Denizi’ne boşaltılmaktadır.
Marmara Denizi kıyısındaki yoğun sanayi ve kalabalık nüfusun yol açtığı evsel ve endüstriyel atıklar sistematik olarak Marmara Denizi’ne deşarj edildiğinden, Marmara Denizi zaten büyük bir azot ve fosfor yükü altındadır.
Özetle, 1989 yılından itibaren Haliç’i temizlemek adına ortaya atılan ve uygulanan derin deniz deşarjı, yani atıkların alt akıntıyla Karadeniz’e gideceği düşüncesiyle arıtılmaksızın 50-60 metre derinliğe deşarj edilmesi, Marmara Denizi’nin sonunu hazırlamıştır. Buna rağmen derin deniz deşarjı ismiyle anılan ve atıkların arıtılmaksızın Marmara Denizi’ne boşaltılması şeklindeki bu yöntem, “Ergene Havzası Koruma Eylem Planı” adı altında 2010 yılından itibaren yeniden gündeme gelmiş ve uygulamaya konmuştur.
Ergene Havzası Koruma Eylem Planı ile, Meriç nehriyle birleşip Kuzey Ege’deki Saroz Körfezi’ne dökülen Ergene nehrine boşaltılan atıkların toplanarak 4,5 km açıkta Marmara Denizi’nin 47 metre derinliğine boşaltılması amaçlanmıştır.
Ergene Derin Deniz Deşarjı Projesinin uygulanabilmesi için; yani Ergene Havzası OSB Müşterek Atıksu Arıtma Tesisleri’nde arıtılmış atık suların Marmara Denizi’ne deşarjını sağlamak amacıyla, Doğuş İnşaat tarafından arıtılmış atık suların deşarjı için gerekli olan toplama hatları, tüneller ve derin deniz deşarj sistemi inşası kapsamında Ø 2200 mm çapında çelik boru ile 47 m deniz derinliğinde 4.500 m derin deniz deşarjı inşaatı, mekanik ve elektrik işleri ile tüm bağlantı ekipmanlarının temini ve montajı gerçekleştirilmiştir.
Özetle, Ergene Derin Deniz Deşarjı Projesiyle sözde “arıtılmış” atık suların Marmara Denizi’nin 47 metre derinliğinde ve 4,5 kilometre açığında boşaltılarak, alt akıntı ile Karadeniz’e gitmesi hedeflenmiştir.
Ancak; Marmara Denizi’ne son darbeyi vuran, Marmara Denizi’nin ölüm fermanını imzalayan, Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi olmuş; deşarj edilen atıkların hiçbir biçimde alt akıntıyla Karadeniz’e gitmesinin mümkün olmadığı, 2021 yılının Nisan ayında yaşanan müsilaj felaketiyle en acı biçimde ortaya çıkmıştır.
Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi kapsamında yapılan ilk deşarjın 14 Kasım 2020 tarihinde gerçekleştiği ve “Ergene Havzası’nı kirlilikten kurtaracak proje” olarak tanıtılan Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi ile arıtılmış atık suların ilk kez Marmara Denizi’ne deşarj edildiği Anadolu Ajansı tarafından kamuoyuna duyurulmuştur.
Ergene Derin Deniz Deşarj Projesi ile yapılan ilk deşarj tarihi olan 14 Kasım 2020 tarihinin üzerinden 1 yıl dahi geçmeden, Marmara Denizi’nde tarihte yaşanan en büyük müsilaj felaketi boy göstermiştir.
Aslında daha önce de Marmara Denizi’nde görülmüş olan müsilaj, ilk kez ekosistemi tehdit edecek boyuta ulaşmıştır.
Müsilaj, tek hücreli canlılardan bir tür plankton olan Proboscia alata’nın hücre içi sıvısının ortama yayılmasıyla oluşan sümüksü, çamurumsu, sarı- beyaz renkte bir maddedir.
Müsilajın oluşumundaki en büyük etken yoğun azot ve fosfor girdisi, yani Marmara Denizi’ne arıtma yapılmaksızın yapılan deşarjlar sebebiyle oluşan kirliliktir.
Ergene Nehri, zaten Türkiye’nin en kirli nehri olup, yapılan ölçümlerde 4. derecede kirletilmiş (yani çok kirli, kullanılamaz seviyede) bir su olduğu tespit edilmiştir.
Ergene Nehri havzasında devlet tarafından açıklanan verilere göre 2700 civarında sanayi kuruluşu bulunmakta olup, bunlara ilaveten kayıt dışı olanlar da bulunmaktadır.
Ergene Nehri havzasında yer alan söz konusu sanayi kuruluşlarının, uzun yıllar boyu endüstriyel atıklarını Ergene Nehrine boşalttığı ve bu nedenle Ergene Nehri sularının çok çeşitli toksik kimyasal maddeleri içerdiği uzun yıllardır bilinmekte ve dile getirilmektedir.
Nitekim Uzunköprü Belediyesi tarafından Ergene Nehri’nde yapılan su analizinde, nehirde sanayi atıklarına bağlı olarak siyanür, azot, krom, kadmiyum, kurşun, çinko, bakır, demir gibi halk ve çevre sağlığı açısından kaygı uyandıran toksik maddeler bulunduğu, suyun 4.derece kirli su ve adeta kanalizasyon niteliğinde olduğu tespit edilmiştir.
Analiz Raporunu değerlendiren Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Çorlu Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Lokman Hakan Tecer, Ergene Nehri’ndeki suyun çok kirli olduğu sonucuna varıldığını aşağıdaki sözlerle ifade etmiştir:
“Dikkat çeken başka bir veri de azot konsantrasyonlarının yüksek olduğunu görüyoruz. Bu da o bölgedeki tarımsal faaliyetlerden ve organik atıklara dayalı endüstrinin fazla olmasından kaynaklanan bir durumdur. Biliyorsunuz azot, denizlerde müsilaja sebebiyet veren nutrient maddedir. Bunların fazla olması, organik kirlilik açısından tehlikeli bir durum olduğunu gösteriyor.”
Ergene Nehri’nde endüstriyel atıkların yol açtığı kirlilik sebebiyle canlı dahi yaşamamakta, bir kurbağa sesi dahi duyulmamakta, Ergene Nehri suları adeta zehir saçmakta, nehrin çevresinde tarım dahi yapılamamakta, yetiştirilen tarım ürünlerinde de referans değerlerin katbekat üzerinde toksik maddeler bulunmaktadır.
Ergene Nehri’nin son derece kirli olduğu, zehir saçtığı ve çevresindeki canlı yaşamı da tehdit ettiği, nehir çevresinde yaşayanlarda kirliliğin bir sonucu olarak kanser vakalarının dahi muazzam bir artış gösterdiği pek çok bilimsel araştırmada, makalede, hatta Bakanlıklar tarafından hazırlanan raporlarda ortaya konmuştur.
Ergene Havzası Koruma Eylem Planı adı altında hazırlanan proje ile Ergene Nehri’ni kirlilikten kurtarmak adına, sanayi kaynaklı atık suların Ergene Nehri’ne değil, derin deşarj yöntemiyle doğrudan Marmara Denizi’ne boşaltılacağı bizzat “Derin Deşarj Hattı Tüneli Işık Göründü Merasimi” adıyla yapılan törende konuşma yapan Bakanlar tarafından da açıklanmıştır:
Örneğin; Tarım ve Orman Bakanı Bekir PAKDEMİRLİ, Ergene Nehri’ni korumak adına sanayi kaynaklı deşarjın bundan böyle Ergene Nehri’ne değil Marmara Denizi’ne yapılacağını şu sözlerle ifade etmiştir:
“Ergene Havzası’nda 1980’li yılların başında plansız sanayileşme başladığını belirten Pakdemirli, “Endüstriyel atıklar ve yer altı sularının bilinçsiz kullanımına bağlı olarak bu bölgede kirlilik giderek artmıştır. Ancak zat-ı devletlerinizin talimatlarıyla 2011 yılında Ergene Havzası Koruma Eylem Planı’nı Bakanlığım koordinasyonunda hayata geçirmeye başladık.” diye konuştu. Ergene Havzası’ndaki 10 organize sanayi bölgemiz için 5 atık su arıtma tesisinden 3’ü tamamlandı, kalan 2 tesisi de inşallah önümüzdeki yıl hizmete alacağız. Böylece sanayi kaynaklı atık suları Ergene Nehri’ne değil, Marmara Derin Deşarj Projesi’yle 4,5 kilometre açıktan Marmara Denizi’ne alttan verilecek. “Bakan Pakdemirli, derin deniz deşarjının 10 kilometre uzunluğunda 2 tünel vasıtasıyla yapılacağını dile getirdi. İlk bileşen olan doğu hattında yüzde 99’luk gerçekleşme sağlandığını aktaran Pakdemirli,
“Tüm bileşenlerinde de yüzde 95’lik gerçekleşmemiz var. İnanıyoruz ki bu proje sayesinde bu bereketli topraklardaki çevre kirliliği sona erecek, Ergene Nehrimizin su kalitesi ve rengi doğal haline dönecek. Trakya’mızın da çehresi değişecek.” dedi. Projenin tüm sistemleriyle gelecek yıl çalışmaya başlayacağını anlatan Pakdemirli, “Bu proje himayelerinizde gerçekleşen diğer projelerde olduğu gibi doğaya saygımızın, tabiata sevgimizin taçlanmış bir eseri olarak baki kalacaktır.”
Aslında sanayi kaynaklı atıkların arıtılarak Marmara Denizi’ne derin deşarj yöntemiyle boşaltılması hedeflenen Ergene Havzası Koruma Eylem Planı adı altındaki projede, endüstriyel atık suların arıtma maliyetlerinden ve diğer külfetlerden kaçınmak adına arıtılmadan Marmara Denizi’ne deşarj edilmesi faaliyetlerini yürütmek için, 2 Nisan 2013 yılında davalı Tekirdağ Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş. unvanlı bir şirket kurulmuştur.
Davalı şirketin kuruluş ana sözleşmesinin Amaç ve Konu başlıklı 3. maddesinde “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan mevzuat değişiklikleri doğrultusunda, arıtılmış suyun renksizleştirme parametrelerini sağlamanın arıtma maliyetini 2 katına çıkaracağı hesaplandığından, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, ve Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’nın önerisi ile arıtılmış
“ENDÜSTRİYEL ATIKSULARIN, ARITILMIŞ SUYUN RENKSİZLEŞTİRME VE İLETKENLİK PARAMETRESİ UYGULANMAKSIZIN, MARMARA DENİZİ’NE DEŞARJININ GERÇEKLEŞTİRİLMESİ, ŞİRKETİN TEMEL AMACIDIR.”
ibaresi yer almaktadır.
Bizzat davalı şirketin ana sözleşmesinde kuruluş amacının aslında endüstriyel atıkların gerekli arıtma standartları sağlanmaksızın ve mevzuat değişikliklerine uyum sağlanmaksızın Marmara Denizi’ne deşarj edilmesi olduğu, her ne kadar ana sözleşmede “arıtılmış endüstriyel atık suların deşarjı” ibaresi kullanılsa da, söz konusu arıtmanın ne tür bir arıtma olduğunun belirsiz olduğu, şirketin ana sözleşmesinin mevzuata ve emredici hükümlere aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Davalı şirketin hiçbir arıtma parametresine uyulmaksızın Ergene Nehri’ne boşaltılan atık suları Marmara Denizi’ne boşaltması öncelikle anayasaya, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere (Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunmasına Ait Sözleşme ve Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi) ve yürürlükteki diğer mevzuat hükümlerine de aykırıdır.
Mevcut yasal düzenlemeler karşısında Marmara Denizi’nin davalı şirket tarafından alıcı ortam olarak kullanılması, Marmara Denizi’ne deşarj yapılması hiçbir surette yasal olarak mümkün değildir.
Kaldı ki, gerçekten arıtma parametrelerine uyulmakta ve Marmara Denizi’ne deşarj edilen atık sular ileri düzeyde bir arıtma ile deşarj edilmekte ise, bu atık suların tarımda yahut sanayide yeniden kullanılıp kullanılamayacağı yahut bu atık suların bulundukları noktalarda neden deşarj edilmediği, Marmara Denizi’ne deşarj edilmesine neden ihtiyaç duyulduğu izaha muhtaç sorulardır.
T.C. Anayasası’nın 56. maddesine göre;
MADDE 56 – HERKES, SAĞLIKLI VE DENGELİ BİR ÇEVREDE YAŞAMA HAKKINA SAHİPTİR. ÇEVREYİ GELİŞTİRMEK, ÇEVRE SAĞLIĞINI KORUMAK VE ÇEVRE KİRLENMESİNİ ÖNLEMEK DEVLETİN VE VATANDAŞLARIN ÖDEVİDİR.
Çevre Kanunu madde 8’e göre
Kirletme yasağı: Madde 8 – Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır. Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler.
Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği madde 6’da suların korunacağı kirletici etkenler şu şekilde belirtilmiştir:
Madde 6 – Alıcı su ortamlarında evsel, endüstriyel, tarımsal, deniz trafiği ve benzeri kaynaklardan dolayı kirlenmeye neden olan başlıca etkenler aşağıda belirtilmiştir. a) Fekal atıklar, b) Organik atıklar, c) Kimyasal Atıklar, d) Aşırı üretim artışına neden olan besin maddelerinin, alıcı ortamın dengesini bozacak şekilde aşırı boşaltımı, e) Atık ısı, f) Radyoaktif atıklar, g) (Değişik:RG-13/2/2008-26786) Deniz dibinden taranan malzeme,çamur,çöp ve hafriyat artıklarının ve benzeri atıkların boşaltımı,
Denizlerle İlgili Kirletme Yasakları Madde 23 –
Bu Yönetmeliğin 6 ncı maddesinde verilen kirletici etkileri doğuran her türlü deniz ve kıyı suyu kullanımı ile boşaltımlar tamamen yasaklanmış veya izne bağlanmıştır. Türkiye’nin karasularına doğrudan yapılacak deşarj ve atık boşaltımlarının izinsiz yapılmasına getirilen yasaklama hükümleri, ülkenin ekonomik kullanım hakkı olan sulara dışardan gelecek dolaylı etkileri de ihtiva eder. Bu tür durumlarda İdare, bu etkileri yaratan veya yaratma tehdidini oluşturanlara karşı gerekli tedbirleri alır.
Buna göre;
Yine Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nde ayrıca derin deniz deşarjına izin verilebilecek atık suların özellikleri ile derin deniz deşarjına ilişkin kriterler son derece sıkı bir biçimde belirtilmiştir:
Derin Deniz Deşarjlarıyla Alıcı Ortamlara Boşaltım Madde 33 : (Değişik:RG-13/2/2008-26786)
Denize kıyısı olan yerleşimler ve kıyı bölgelerinde bulunan endüstriler için, alıcı ortamda yeterli seyreltme kapasitesinin bulunduğunun ayrıntılı mühendislik çalışmaları sonucunda kanıtlanması hâlinde, atık suların ve soğutma sularının derin deniz deşarjlarıyla bertarafına izin verilir. Bu durumlarda evsel ve endüstriyel atık sular için alıcı ortama doğrudan deşarj için belirlenmiş olan deşarj standartları uygulanmaz. Arıtılmamış evsel nitelikli atık suların ve soğutma sularının değişim ve seyreltme potansiyeli düşük olan yarı kapalı koy ve körfezlere, Coğrafi şartlar nedeniyle derin deniz deşarjı yapılması zorunlu olursa, yapılacak deşarjın alıcı ortamdaki ekolojik dengeleri bozmayacağı ve özellikle Tehlikeli Maddelerin Su ve Çevresinde Neden Olduğu Kirliliğin Kontrolü Yönetmeliğinde belirtilen maddelerin birikim yapmayacağı, bir çevresel etki değerlendirme çalışması ile ispat edilirse, bu Yönetmeliğin 42 nci maddesi uyarınca izin verilir.
Derin Deniz Deşarjına İzin Verilebilecek Atık suların Özellikleri Madde 34 :
Derin deniz deşarjından önce sadece sınırlı düzeyde bir arıtma yapıldığı için, deniz ortamının korunabilmesi amacıyla, derin deniz deşarjıyla alıcı ortama verilebilecek atık su özellikleri sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmalar aşağıda belirtilmektedir;
Derin Deniz Deşarj Kriterleri Madde 35 :
Atık suların derin deniz deşarjlarıyla bertaraf edilmesi durumunda, alıcı ortamlar için uygulanacak olan derin deniz deşarj kriterleri Tablo 23 te düzenlenmiştir. Deşarj sistemlerinin tasarımında ayrıca aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır;
Yine 04.12.2021 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Kirletici Salım ve Taşıma Kaydı Yönetmeliği uyarınca atıksu yönetiminin ve arıtma faaliyetlerinin etkinliğinin arttırılması, yayılı kaynaklar ile endüstriyel kaynaklı kirliliğin azaltılması hedeflenmiştir.
Ergene Nehri’ni kirlilikten kurtarma mottosuyla yola çıkan Ergene Havzası Koruma Eylem Planı isimli proje neticesinde davalı şirket vasıtasıyla endüstriyel atıkların Ergene Nehri’ne değil, Marmara Denizi’ne boşaltılması, Marmara Denizi’ne asıl ölümcül darbeyi vurmuştur.
Zaten yıllardır yoğun bir şekilde endüstriyel ve evsel atıklarla kirletilen Marmara Denizi, bir de Ergene Nehri’ne boşaltılan atıkların derin deniz deşarjı ile boşaltılması neticesinde ölmeye, hatta çürümeye başlamıştır.
Marmara Denizi’ndeki çürüme kendisini 2021 yılının Nisan ayında ortaya çıkan müsilaj felaketiyle kendisini göstermeye başlamıştır.
Oysaki müsilaj aslında buzdağının görünen yüzüdür!
Müsilajın Marmara Denizi’nde yarattığı tahribat deniz yüzeyinde görünen kirlilikten çok daha vahimdir.
MAREM (Marmara Denizi Çevresel İzleme Projesi) kapsamında yürütülen ve 6 Ocak 2021-4 Eylül 2021 tarihleri arasında yapılan “Kütlesel Müsilaj Oluşumunun Durumu ve Marmara Denizi Ekosisteminde Bıraktığı Etkiler” başlıklı çalışmada Marmara Denizi genelinde toplamda 200 istasyon ve 450 faklı noktada ölçme ve değerlendirmeler yapılmıştır. Çalışma sonuçlarına göre, özellikle Ergene deşarjının etki alanı olan Orta Marmara Denizi kesitinde, önceki yıllara kıyasla neredeyse oksijen bulunmayan bölgelerin oluştuğu, biyoçeşitlilik bakımından yapılan incelemelerde ise canlı çeşitliğinin yok olduğu tespit edilmiştir.
Çalışmanın laboratuvar sonuçları ise, insan sağlığı yönünden oldukça çarpıcıdır. Zira, örnekleme yapılan tüm istasyonların tüm üst su kütlesinde müsilajı parçalayan baskın bakteri grubunun “vibrio” grubu bakteriler olduğu, vibrio bakteri grubunun insan sağlığına doğrudan olumsuz etki eden patojen (hastalık yapıcı) bir bakteri olduğu, bu bakteri grubunun insanlarda göz, kulak, yara enfeksiyonu ve enteritise (ince bağırsak enfeksiyonuna) yol açtığı tespit edilmiştir.
“Kütlesel Müsilaj Oluşumunun Durumu ve Marmara Denizi Ekosisteminde Bıraktığı Etkiler” başlıklı çalışmanın diğer bir çarpıcı sonucu da, Ergene deşarjının Marmara Denizi’ne büyük ölçüde olumsuz etki yaptığı, Ergene deşarjı devam ettiği takdirde Karadeniz’in yok olma sürecine gireceği, Ege Denizi’nin de kuzeyinden başlamak üzere büyük bir risk altına sokulacağı yönündeki tespittir.
Ergene deşarjının yarattığı büyük değişim, 2000’li yıllardan bu yana yapılan düzenli ölçüm sonuçlarından da açıkça anlaşılmaktadır. Ergene deşarjı neticesinde denizdeki oksijen seviyesinde ciddi bir azalma olduğu, denizde renk değişimi yaşandığı ve gri alanlar oluştuğu, denizde istavrit dışında balık yaşamadığı, istavritlerin de beslenemedikleri için hasta oldukları, boylarının bu nedenle olması gerekenden çok küçük olduğu, karaciğerlerinde ciddi bir deformasyon olduğu ve bu dönemki istavrit neslinin döl veremeyeceği yani üreyemeyeceği de yapılan çarpıcı tespitler arasındadır.
Marmara Denizi kendine has canlı türleri barındıran, milyonlarca yılda oluşmuş bulunan doğa harikası bir iç denizdir. Marmara Denizi’nin suyu hem Karadeniz hem de Akdeniz kökenli bir yapıya sahip olup, kendine özgü yapısıyla çok kıymetli bir denizdi. Ancak; tamamıyla bize bahşedilmiş olan bu kıymetli denizi maalesef koruyamadık, yapılanlara seyirci kalarak el birliğiyle Marmara Denizi’ne ihanet ettik, Marmara Denizi’ni yok ettik. 1970’li yıllarda Marmara Denizi’nde görülmekte olan ve ticari öneme sahip 124 farklı balık türü artık ne yazık ki yok olmuştur.
Gündelik hayatta karşımıza çıkmadığı için görmediğimiz; sadece isimlerini bildiğimiz bu balık türlerinin yok olması yahut denizin yüzeyini kaplayan müsilajın yüzeyden denizin derinliklerine inerek canlı hayatı yok etmesi, her ne kadar son derece hazin olsa da, toplumumuz için ne yazık ki bir anlam ifade etmemektedir. Toplumun büyük çoğunluğu olayın görünen kısmıyla ilgilenmekte, balık yiyip yiyemeyeceğini, denizde yüzüp yüzemeyeceğini merak etmektedir. Bu durum tam manasıyla köy yanarken saçını taramaya benzemektedir.
Oysa Marmara Denizi’nin ölmesi demek, adeta Hidrobiyolog Levent ARTÜZ’ün deyimiyle “çürüyen bir cesetle aynı yatakta yatmak” demektir!
Marmara Denizi bir ekosistem olup, Marmara Denizi’nin çürümesi ve yok olması, bu sisteme bağlı olarak yaşayan canlı türlerini de hiç şüphesiz etkileyecektir. Önce Marmara Denizi’ndeki balık türleri ve diğer biyolojik türlerin yok olmasıyla başlayan süreç, bu eko sistemden beslenen kuş türlerini, bu kuş türleriyle beslenen diğer canlıları ve nihayetinde insanları olumsuz etkileyecek, hatta ve hatta yok olma tehlikesiyle baş başa bırakacaktır. Doğada her şey kusursuz bir denge içindedir ve bu dengenin bir biçimde bozulması Marmara Denizi örneğinde gördüğümüz gibi büyük bir felakete, salgın hastalıklara ve birçok canlının neslinin tükenmesine yol açacaktır.
Marmara Denizi ile ilgili çalışmalar yürüten bilim insanlarının ve hatta TBMM Müsliaj Sorununu Araştırma Komisyonuna davet edilen bilim insanlarının üzerinde consensus sağladıkları ve ısrarla tekrarladıkları görüş, Marmara Denizi’nin alıcı ortam olarak kullanılmasından derhal vazgeçilmesi ve Ergene deşarjı dahil olmak üzere Marmara Denizi’ne yapılan tüm deşarjların acilen durdurulmasıdır.
Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa SARI, Marmara Denizi’nin 1 litre atığı dahi kaldıracak gücünün kalmadığını, Marmara Denizi’ne verilen tüm atığın kesilmesi halinde dahi denizin kendisini toparlamasının 1 yılı bulacağını ifade etmiştir.
Bununla birlikte daha kötümser görüşlere sahip bilim insanları da bulunmaktadır. Marmara Denizi’nin artık kurtarılamayacak seviyede olduğu, tüm deşarjlar derhal durdurulsa dahi 10 ila 50 yıl arasında artık deniz olmayan fakat canlılığa sahip bir su kütlesine sahip olabileceğimiz yönünde açıklamalarda bulunan bilim insanları da mevcuttur.
Tüm bu anlatılanlar ve somut bilimsel veriler ışığında, Ergene deşarjı ile birlikte Marmara Denizi’nin oksijensiz kaldığı, nefes alamaz hale geldiği, yoğun kirliliğin bir sonucu oluşan müsilajın denizdeki oksijen seviyesinin yetersiz olması sebebiyle parçalanamadığı ve denizin dibine çöktüğü, denizdeki mercanların ve dipte yaşayan canlıların üzerini kapladığı, balıkların solungaçlarını tıkadığı, balıkların ve diğer canlı türlerinin ölümüne yol açtığı, canlı çeşitliğinin yok denecek kadar azaldığı, müsilajla birlikte deniz suyunda patojen bakterilerin ürediği, bunun salgın hastalıklara ve enfeksiyonlara yol açabileceği, Ergene deşarjı devam ettiği takdirde Karadeniz ve hatta Ege’nin de yok olma tehlikesi altında olduğu aşikardır.
Bu konunda Yargıtay 1. H.D., T: 31.12.1976, E:1976/9370, K:1976/13138 kararında yargıçların uyuşmazlıklara “insan kokusu” taşıyan bir çözüm getirmekle yükümlü olduklarını vurgulamıştır:
“Hakim insana, tabiata, gerçeğe, olanağa sırt çevirmeden ve katı kalpler içinde sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa “İNSAN KOKUSU” taşıyan bir çözüm getirmek zorunluluğundadır.”
Marmara Denizi’nin tabutuna bir çivi daha çakmamak için, Karadeniz ve Ege’nin de yok olmasını önlemek için, davalı şirketin Marmara Denizi’ne deşarj ettiği atık suların deşarjının derhal durdurulmasına karar vermek gerekmektedir.
SONUÇ
Yaşadığımız süreç kesinlikle sürdürülebilir bir süreç değildir!
Marmara’da su altında yaşamın sona ermesi salt bununla sınırlı olmayacak, yaşanacak çevre felaketi biz insanların da sağlığını etkileyecektir!
Bu nedenlerle;
Kamuoyunun bilgilendirilmesi ve hukuki mücadele sürecine desteği son derece önemlidir!
Saygılarımızla,
Av. Tunç LOKUM