TBMM Müsilaj Komisyonu Raporu Üzerine Konuşma Tutanakları

Paylaş


TBMM bünyesinde oluşturulan ve 2021 yılı boyunca incelemelerde bulunduktan sonra 2022 yılı içinde TBBB’ye sunulan 325 sıra sayılı Müsilaj konulu (Denizlerdeki müsilaj sorununun araştırılması ve önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan) Meclis Araştırma Komisyon Raporu, 27 Nisan 2022 günü TBMM gündemine alındı ve yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Meclisteki görüşmeler sırasında rapor üzerine şu milletvekilleri söz aldı ve konuştu:  İYİ Parti Grubu adına Hayrettin Nuhoğlu, İstanbul; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Hasan Kalyoncu, İzmir; Ayşe Sibel Ersoy, Adana; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Rıdvan Turan, Mersin; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ali Şeker, İstanbul; Müzeyyen Şevkin, Adana; Emine Gülizar Emecan, İstanbul; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Mustafa Demir; İstanbul, Mustafa Canbey, Balıkesir; İlyas Şeker, Kocaeli milletvekilleri.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HAYRETTİN NUHOĞLU (İstanbul)  

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müsilaj sorunuyla ilgili kurulan Meclis araştırma komisyonu raporu üzerine İYİ Parti Grubu adına söz aldım. Selamlarımı sunarım.

Yakın zamana kadar müsilajın ne olduğu kamuoyu tarafından tam olarak bilinmiyordu. Aslında, üç yüz yıla yakın bir zamandır bilinen, son elli yılda ise birçok yerde görülen, 21’inci yüzyıla girdiğimizde Yeni Zelanda kıyılarında ve Adriyatik’te etkin bir şekilde ortaya çıkan müsilaj, halk arasında deniz salyası olarak bilinmektedir, Türkçe adına tam da uygun bir kıvama ve görüntüye sahiptir, en kolay anlaşılır şekilde ifade etmek gerekirse deniz suyundaki ısınma, durgunluk ve insanlar tarafından oluşturulan atıkların denizi kirletmesiyle meydana gelir; görüntüsü nedeniyle çevre halkına ve turizme olumsuz etkileri vardır ama en önemlisi Marmara Denizi’nin ölmekte olduğunun habercisidir. Bir bakıma, Marmara Denizi bu görüntüyle  “İmdat!” işareti vererek “Beni kurtarın!” diye seslenmiştir. Marmara kadar acil olmasa da yakın gelecekte Karadeniz, Ege ve Akdeniz kıyıları için de tehlike söz konusu olacaktır. Gelecek nesillere temiz denizler bırakmak istiyorsak onlara da sahip çıkmalıyız.

Anlaşılacağı gibi deniz salyası bir anda ortaya çıkmamıştır. İtiraf etmeliyiz ki Marmara Denizi ne çekiyorsa insanlardan çekiyor. Evsel atıklarla sınırlı olmayan kirlenmeye, sanayi atıkları ve tarım havzalarından akıp gelen kirli sular da sebep olmaktadır. Bunlara bir de son zamanlarda şuursuzca eklenen deniz dolguları ilave olmuştur. Büyük inşaat kazılarından çıkan malzemeler Çınarcık, Marmaraereğlisi ve Tekirdağ çukurlarına doldurulunca denizin altı üstüne çıkmış oldu. Aslında doğada yani çevremizde ne kadar olumsuzluk varsa hepsini kendi elimizle yapmış oluyoruz.

Hatırlatmakta yarar vardır: İkizdere’deki doğa tahribatı büyük tepkilere rağmen önlenemedi. Ormanları yok edilen Kaz Dağları’na siyanürü kim döktü, gökten mi yağdı? Şu anda İliç’te her gün tankerlerle sülfürik asit ve tonlarca siyanürle doğadaki canlı hayatını yok edenlere, halkın tepkilerine rağmen, yol verenler kimlerdir? Salda Gölü’ne iş makinelerini kim soktu? Cerattepe’ye siyanür dökmek, Alpu Ovası’na termik santral dikmek kimin aklıydı? Zeytinliklerin maden sahasına dönüştürülmesine yol açan yönetmelik o kadar çok ikaza rağmen hâlâ kaldırılmadı. Munzur Dağları komple maden sahası ilan edilmedi mi? Longoz Ormanları’na sahip İğneada’ya nükleer santral dikilmek istenmiyor mu? Meke Gölü kurudu, göller bölgesinde âdeta göl kalmadı; Tecer Gölü de Eber Gölü de kurdu, Akşehir ve Tuz Gölü neredeyse bitmek üzere. Eğirdir ve Bafa kirlilikten yok olmak üzere, Sera Gölü bataklık oldu. Yer altında bile su bırakmadık. Obrukların çoğalması bunun göstergesidir. Sınırsız ölçüde rüzgâr, güneş ve jeotermal enerji kaynaklarına sahip olduğumuz hâlde derelerin üzerinde kurulmaya devam eden yüzlerce HES, enerjiye sağlayacak küçük katkılar uğruna tabiatı mahvetmedi mi? Yağmurlar sele dönüşerek intikam almıyor mu? Karada, denizde, havada yaşayan canlıların birçoğu yok olmak, nesilleri tükenmek üzere ise bu durumun sorumluları bizler değil miyiz? Bu güzel coğrafyada, bütün canlıların yaşamasını zora sokarken farkına varmadığımız bir şey var, o da insan olarak yaşamayı da zora soktuğumuzdur.

Son yıllarda, gelişmiş Avrupa ülkelerinin çöplüğü oldu. Geri dönüşümde kullanıldığına dair ifadeler maalesef ikna edici değildir. Tonlarca çöp doğaya karışıyor; toprağımız, suyumuz ve havamız zehirleniyor. Ne var ki konuyla ilgili sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarından tepki gösterip harekete geçenler yetkililer tarafından her defasında zorla engellenmek istenmiştir.

Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler 2022 yılını Uluslararası Balıkçılık ve Su Ürünleri Yılı ilan etmiştir. Böyle önemli bir yıla girmişken müsilaj sorunu çözmek için köklü kararlar almalı ve uygulamalıyız. Bu sorun çözüme kavuşturulmadığı takdirde Marmara’da balıkçılık, su ürünleri yetiştiriciliği ve avcılık bitecek; canlı ve işlenmiş su ürünleri ihracatı azalacak, turizm ve bağlantılı bütün sektörler olumsuz etkilenecektir. Komisyon olarak denizlerle ve suyla ilgilenen meslek odaları, dernekler, vakıflar, TÜBİTAK ve üniversitelerden çok sayıda bilim insanın sunumunu dinledik. Marmara Denizi çevresinde bulunan 5’i büyükşehir, 2’si il olmak üzere 7 belediyemizin başkan ve ilgili genel müdürlerinin sunumlarını da dinledik, sorular sorduk, cevaplar aldık. İnceleme gezileri kapsamında 7 ilimizde 1’i Ergene Organize Sanayi Bölgesi’ndeki ileri biyolojik arıtma tesisi, diğerleri belediyelere ait bazı arıtma tesislerini ziyaret ettik, çalışmalar hakkında bilgiler aldık. Ancak sanayi bölgeleri dışında kalan çok sayıda büyük fabrikanın arıtma tesisleri hakkında bilgi sahibi olamadık. Ergene ve Susurluk tarım havzaları hakkında da yeterli bilgiye sahip olamadık. Denizi kirleten diğer önemli faktörlerden biri olan tanker ve yük gemilerinin takip edilmesi ve caydırıcı tedbirler alınması konusunda zayıf da olsa çalışmalar olduğunu gördük. Bu tedbirlerin daha yaygın ve titiz bir şekilde süreklilik arz etmesinin gerekli olduğunu ifade etmek istiyorum. Bazı tedbirleri almakla sorun çözülmüş olmaz, çalışmalar yeterli görülürse gerçekler kapatılmış olur. Komisyona sunum yapan Tarım ve Orman Bakanı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı teorik olarak değerlendirmelerde bulunarak müsilajın sorun olmaktan çıktığını, her şeyin yolunda gittiğini söylemekten çekinmediler. Ancak, biz aynı kanaatte değiliz, her an yeni müsilaj görüntüleriyle karşılaşmamız mümkündür. Kesin çözüme kavuşana kadar bütün deniz, göl ve akarsularımızın kirlilikten arındırılmasının şart olduğunu ifade ediyoruz. Marmara Denizi konumu itibarıyla maruz kaldığı yoğun kirlilik dolayısıyla acil önlemlerin alınmasını elbette gerektiriyor. Diğer denizlerimizde de hem Marmara’ya olan etkileri hem de kendi gelecekleri açısından şimdiden tedbir alınmasının önemini tekrarlamak isterim. Nitekim, geçen sene İzmir Körfezi’nde müsilajın görülmüş olması, Saros Körfezi’ndeki aşırı kirliliğin devam etmesi konunun ciddiyetini göstermeye yeterli olacaktır.

Değerli milletvekilleri, müsilaj sorunuyla ilgili diğer düşünce ve önerilerimizi şöyle sıralayabilirim: Müsilajın yarattığı çevre kirliliğinin ve görsel etkilerinin yanında, balıkçılık başta olmak üzere, deniz ürünleri üretimine ve turizme yönelik etkileri ve meydana gelen istihdam sorunlarıyla birlikte ekonomik, sosyal ve psikolojik etkilerinin çok boyutlu olarak analiz edilmesi gerekmektedir. Üretici ve tüketiciler üzerindeki farkındalığın artırılması ve uyarılması için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı valilik, kaymakamlık ve belediyelerle müşterek hareket etmelidir. Marmara Denizi’nin çevresinde bütün evsel, sanayi ve tarım kaynaklı besin yüklü atıkların membran ilaveli ileri biyolojik arıtmadan geçirilmeden Marmara Denizi’ne dökülmesinin önlenmesi kısa sürede kesinlikle sağlanmalıdır. Arıtma tesislerinden çıkan arındırılmış suların tarım alanlarında, kentsel yeşil alanların sulanmasında ve sanayide kullanılması sağlanmalıdır. Atık sularını merkezi atık su kanal şebekesine deşarj eden tekil fabrikaların ve küçük sanayi sitelerindeki tesislerin etkin olarak izlenmesi, kontrolü ve denetlenmesi sistematik bir şekilde yürütülmelidir. Marmara Denizi’nin 25 metrelik üst tabakasını oluşturan Karadeniz sularındaki “fitoplankton” denilen üretim organizmaları popülasyonunu dengelemek için ekolojik şartların oluşumu desteklenmeli, biyoçeşitlilik korunmalıdır. Marmara Denizi’ne Karadeniz girişi olan İstanbul Boğazı ile Akdeniz girişi olan Çanakkale Boğazı arasında düzenli olarak su kalitesi izlemesi yapılarak biyoçeşitlilik takip edilmelidir. Ege ve Karadeniz’den gelen ve giden balık göçünün ve özellikle balıkların sığınma ve yumurtlama alanlarının korunması gereklidir. Suyu süzerek beslenen balık ve deniz kabuklularının tür ve sayıca artırılmaları için çalışma yapılmalıdır, buna uygun avlanma politikaları uygulanmalıdır.

Marmara Denizi bir geçiş yolu niteliğinde olduğu için sadece Marmara için değil, Ege ve Karadeniz için de tehdit söz konusudur. Bu sebeple, denizden komşularımız olan Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya, Gürcistan ve Yunanistan’la iş birliği yapılmalıdır; acil, orta ve uzun vadeli eylem planı yapılarak uygulamaya konulmalıdır. Müsilajdan ekonomik bir değer edinebilmek amacıyla yapılmakta olan araştırmaların yanında atık sulardan biyometan, biyogübre gibi başka geri kazanımla elde edilmesi de araştırılmalıdır. Nehir ağızları ve liman çevrelerinde biriken kirli tarama malzemesinin karada depolanması, arıtılması ve yok edilmesi sağlanmalıdır. Kıyı ve liman tesislerinin yer seçiminde ve yapımında kıyı çizgisi korunmalıdır. Denizlerimizin, göl ve akarsularımızın sadece temizlenmesi değil, aynı zamanda sürekli korunması, gerekli denetim ve analizlerin yapılabilmesi için Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı başta olmak üzere ilgili kurumlara ve belediyelere çok sayıda orman, ziraat, çevre ve su ürünleri mühendisi istihdam edilmelidir. Arıtma tesisi bulunan resmî ve özel kurumlarda çevre mühendisleri ve kimyagerlere mutlaka görev verilmelidir. Sanayi kuruluşlarının ruhsatlı veya ruhsatsız kullandıkları yer altı suları kontrol altına alınmalı, arıtmalardaki dönüşümle elde edilen temiz suyun kullanımı teşvik edilmelidir. İleri biyolojik arıtma sistemlerinin kurulu olduğu alanlarda güneş enerjisinden faydalanmak için kurulan enerji sistemlerinin daha da yaygınlaşması sağlanmalıdır. Başta tanker ve yük gemileri olmak üzere bütün deniz araçlarından kaynaklanan egzoz dumanları, balast suları ve sintineler gibi kirletici atıkların denize boşaltılması kontrol altına alınmalı ve önlenmelidir. Başta Marmara Denizi olmak üzere bütün denizlerimizin sorunlarının çözülmesini, takibini ve suların en verimli şekilde kullanılmasını temin etmek üzere su ve denizcilik bakanlığı kurulmalıdır; kritik ve stratejik önemi dolayısıyla suların tamamının yönetimi bu bakanlığa bağlanmalıdır.

Arıtmalardan çıkan atık sular ya akarsular yoluyla ya da doğrudan denizlerimize ulaşmaktadır. Son yıllarda doğru ve kesin çözüm zannedilen derin deniz deşarjı uygulamasından atık suların Marmara Denizi’ni ne hâle getirdiği ortadadır. Henüz yaygın uygulama alanı bulamasa da ileri biyolojik arıtmaya ilave edilen membran sistemiyle atık suların en az zararla denizlerimize verildiği yönünde bir kanaat oluşmaktadır. Tam olarak bilinmeyen Elektronik Kimyasal Arıtma Sistemi’nin membran ilavesiyle gerçekten iyi bir çözüm olup olmadığı da araştırılmaya değecek bir konudur. Alternatif metotların veya teknolojik yeni gelişmelerin araştırılması da ihmal edilmemelidir.

Organize sanayi bölgelerinin arıtma sistemleri izlenebilirken küçük sanayi siteleri ile tekil sanayi tesislerinin arıtma yapıp yapmadıkları dahi tam olarak bilinmemektedir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüklerindeki Çevre Yönetimi ve Denetimi Şube Müdürlüğü yetersiz kalmaktadır. Bu konuda bağımsız denetim yapacak bir kuruma ihtiyaç vardır.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı müsilajın yoğunlaştığı dönemde, 6 Haziran 2021 tarihinde 21 maddelik Marmara Denizi Koruma Eylem Planı yayınlanmıştı. Bu planın bazı maddeleri ya hiç uygulanmamış ya da çok zayıf uygulanmıştır. Plan güncellenmeli ve titizlikle takip edilmelidir.

Marmara Denizi, çevresindeki 25 milyon nüfusun meydana getirdiği kirliliği taşıyamaz duruma gelmiştir. Kırsal kesimlerden şehirlere göç artık durdurulmalı ve hatta tersine göç teşvik edilerek sürdürülebilir bir denge sağlanmalıdır. Bunun için, 1970’li yıllarda üniversite gençliğini heyecanlandıran tarım kentleri ve Köykent projelerinin yeniden ele alınarak geliştirilmesi, teknolojik gelişmelerden de faydalanarak uygulamaya geçilmesi sağlanabilir. Akarsularda veya deniz kenarlarında kurulmuş olan kültür balıkçılığı çiftliklerinde suyu kirleten atıklar üretim metoduna, miktarına; alanın fiziksel, kimyasal ve biyolojik karakterine bağlı olarak ekolojik değişimlere yol açmaktadır. Balık hastalıkları veya zararlılarına karşı kullanılan ilaçlar ve diğer kimyasal maddeler ile yemlerin içindeki fosfor, azot ve organik maddeler suyu en çok kirleten faktörlerdendir. Bu sebeple balık çiftliklerinin çevreye olan olumsuz etkileri yok edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, müsilaj konuşulmaya başlandığından bu yana Ulaştırma ve Altyapı Bakanı başta olmak üzere bazı yetkililer her fırsatta sözü Kanal İstanbul’a getirerek yapıldığı takdirde müsilaj sorununun da çözüme kavuşacağını söylemektedirler. Aynı zamanda, yakın gelecekte Boğaz’dan geçen gemi sayılarının çok artacağı, dolayısıyla da Boğaz’daki deniz trafiğinin kazalara yol açacağı, tarihî mirası tehdit edeceği için yeni bir su yoluna ihtiyaç olduğu; işte, bu, tam da müsilaj sorununa da çare olacağı için Kanal İstanbul’un yapılmasının yerinde olacağı ifade edilmektedir. Diğer taraftan, konuyla ilgili bilim insanlarının büyük çoğunluğu tarafından ekonomik, teknik, ekolojik ve siyasi sebeplerle yapılmaması gerektiği, yapıldığı takdirde Marmara Denizi’nin geriye dönüşü olmayacak şekilde öleceği açıkça ifade edilmektedir. Komisyonumuzda sunum yapan çok sayıda uzman tarafından sorularımıza verilen cevaplarda kanalın yapılmasının faydalı olacağını söyleyen hiç kimse çıkmamıştır. Müsilaj sorununa olumlu etkisi olacağı görüşünde olanların kanal yoluyla Karadeniz’den gelecek suyun Marmara Denizi’ne olumlu ve olumsuz etkilerini uluslararası mahiyette kabul görecek şekilde bir ÇED raporuyla ortaya koymalarının önemi açıktır. Böyle bir çalışma sonucunda olumlu rapor çıkmadan hiç kimse Kanal İstanbul’dan söz etmemelidir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde bilimsel çalışmalar yapabilecek, projeler ortaya koyabilecek donanıma sahip çok sayıda su ürünleri mühendisi, veteriner hekim, çevre, ziraat ve orman mühendisi ile suyla ilgili bilim insanının olduğu bilinmektedir. Bilim insanlarının çalıştıkları üniversiteler bünyesinde müsilaj dâhil çok önemli araştırma ve çalışmalar yapıldığı da bir gerçektir. Büyük emek verilerek hazırlanan, Komisyonun bu raporunda yer alan ve bazılarını burada dile getirdiğimiz tedbirlerin alınması ve bu tedbirlerin titizlikle takip edilmesi sorunun çözüme kavuşmasını mümkün kılacaktır. Konu üzerinde çalışmalar yapan bilim insanlarının görüş ve önerilerini değerlendirdikten sonra vardığım sonuç şudur: Marmara Denizi’nin temiz bir deniz olabilmesi için yukarıda bazılarını saydığım,  aralıksız altı sene sürecek planlı bir çalışma ve en az 5 milyar dolarlık bir harcama gerekli olacaktır. Bu çalışmalara paralel olarak hazırlıklar yapılarak Marmara Deniz’i, su ürünleri üretim merkezi hâline getirilmelidir; arzumuz, temennimiz ve beklentimizi budur.

Müsilaj vesilesiyle, doğa ve çevre konularında bütün aydınlara ve vatanseverlere düşen görevler olduğunu da ifade etmek istiyorum. Millî ve manevi değerler kadar, kültüre ve sanata verilen önem kadar doğaya ve çevreye de önem verilmeli ve sahip çıkılmalıdır.

 

MHP GRUBU ADINA, HASAN KALYONCU (İzmir) – 

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Marmara Denizi’nde meydana gelen müsilajı araştırmayla ilgili kurulan Komisyonun sonuç raporu üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisimizi ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Dünyada bugün varlığını sürdüren medeniyet, on bin yıldır istikrarlı bir seyir gösteren iklim sayesinde oluşmuş ve bu istikrarlı dönem aynı zamanda, dünyada farklı bölgelerde tarımın aynı anda gelişmesine olanak sağlamıştır. Sadece elli yıl içerisinde on bin yıldır düzenli devam eden koşullardan sapmalar olduğu tespit edilmiştir. Bunların sonucunda, ilk kez, dünyanın istikrarının bozulma riski ortaya çıkmıştır. İstikrarın bozulmasında ilk etmen sıcaklık artışları yani küresel ısınmadır. Bunun en etkileyici kanıtı ise dünyadaki buzullardaki değişim ve buzullardaki erimedir. Dünyada var olan tüm ekosistemler gezegenin denge ve istikrarında etkin rol oynamaktadır. Doğal sistemler çeşitli sebeplerle tahrip ediliyor ve tüm sistemi riske atacak şekilde ormanlık alanlar da yok ediliyor.

Ormansızlaşmanın en büyük sonuçlarından biri biyoçeşitlilikte yaşanan ve yaşanacak olan kayıplardır. Biyoçeşitlilik, dünyadaki yaşama becerimizin temelini teşkil etmektedir. Biyoçeşitlilik kaybı besin kaybını da beraberinde getirmektedir. İnsanların beslenebilmesi için iyi işleyen bir doğaya ihtiyaç vardır. Dünyada tarımı yapılan bitkilerin yaklaşık yüzde 70’i böcek tozlaşmasına bağlıdır. Böcekleri olmayan bir gezegen, işlemeyen bir gezegendir. Bu sebeple dünyada sağlıklı bir ekosistem için biyoçeşitlilik kaybının durdurulması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, küresel sıcaklıklardaki artışlar, suyun buharlaşma hızını da artırmakta ve kayıplara sebep olmaktadır. Su sorunları yaşamamak için su kaynaklarını dikkatli kullanmamız, kirlenmesine engel olmamız ve su hasadını da yaparak hem biriktirmeli hem de yer altı sularını beslemeliyiz. Ayrıca, yaşayan tüm canlıların bileşeni ve bitkiler için besin kaynağı durumunda olan azot ve fosfor artışları sucul ekosistemlerde çok önemli olumsuz sorunlara neden olmaktadır. Bu durum da biyoçeşitliliği olumsuz etkilemekte ve ötrofikasyona sebebiyet vermektedir. Ötrofikasyonun yanı sıra azot ve fosfor artışlarından kaynaklanan müsilaj oluşumu da bugün, ülkemizde gündemdeki yerini korumaktadır. Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj problemiyle ilgili olarak kurulan komisyonda Mecliste grubu bulunan tüm partilerin uyumlu çalışmasıyla sonuca ulaşılmıştır, alınması gereken önlemler 157 maddede verilmiştir. Bunların hepsinin temelinde ise kirleticilerin ortamdan uzaklaştırılması yatmaktadır. Yani Marmara Denizi’ni kirleten noktasal ve yayılı kaynakların bir an önce ortadan kaldırılması gerekmektedir. Aksi hâlde her ilkbahar ve sonbahar döneminde müsilaj oluşumuyla karşılaşabilmemiz muhtemeldir ki bugünlerde yine Marmara Denizi’nde müsilaj oluşumuna dair haberler duymaktayız. Bunların sebebi; sıcaklık artışları, denizde meydana gelen su karışımları ve kirlenmedir. Bu durum Marmara Denizi’nde biyolojik çeşitlilik dengesinde de bozulmalar olduğunun bir göstergesidir. Bunun yanında istilacı türlerde Marmara Denizi’ne girmiş durumdadır ve gelecekte bu sayı çok daha fazla artacaktır. Sadece Marmara Denizi çevresinde değil aynı zamanda diğer denizlerimizde, körfezlerimizde ve iç sularımızın tamamında bu risk mevcuttur. Bu sebeple Marmara Denizi için oluşturulan önlemler paketi sadece Marmara Denizi’nde değil diğer alanlarda da titizlikle uygulanmalıdır. Bu kirlenmenin sonuçları sadece müsilaj olarak ortaya çıkmamakta, farklı şekillerde kendisini göstermektedir ve büyük sorunlara da sebebiyet vermektedir. Özellikle iç sularda, göllerimiz, göletlerimiz ve sulak alanlarımızın tamamında azot, fosfor artışları bu alanlarda geri dönülemez yıkımlara sebep olabilir. Su miktarında azalmalar bu havzalara zarar verirken gelen kirleticilerdeki yoğunlaşma sulak alanlarda hem ekosistemin bozulmasına hem de kirliliğin aşırı derecede artmasına ve kaynaklarımızın yok olmasına sebep olacaktır.

Bu sebeplerle hem iklim değişikliği etkileriyle yaşanacak sorunlar hem de kirliliğin verdiği zararları ortadan kaldırmak açısından belediyelerin tamamının önceliği altyapı olmalıdır. Yağmur suları ile kanalizasyon sistemleri birbirinden kesinlikle ayrılmalı, yağmur suyu depolanmalı, arıtma tesislerine giden aşırı yük de kaldırılmalıdır. Aynı zamanda, arıtma tesislerinde kimyasal ve biyolojik arıtım sistemleri modernize edilerek tüm atık su arıtılmalıdır. Çok iyi şekilde bu işlemler denetlenmeli ve yaptırımlar da ağırlaştırılmalıdır. İyi tarım uygulamalarına ağırlık vererek yayılı kaynaklardan gelen kirleticilerin de önüne geçilmelidir. Bu sebeple denetim işleri hem atık su çıkış suyunda hem de alıcı ortamlarda yapılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, beslenme alışkanlıklarındaki değişim de iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik açısından oldukça önemlidir. Daha az kırmızı et, daha çok bitki kaynaklı protein, daha çok meyve, daha az nişastalı yiyecekler içeren besinlerle daha sağlıklı beslenirsek yalnızca iklim açısından değil, aynı zamanda biyoçeşitlilik açısından da istikrarın korunmasında etkili olacaktır. Sağlıklı beslenme, gezegeni kurtarmanın en iyi yollarından biridir.

Milliyetçi, ülkücü hareket, atık olmayan bir dünya oluşturmaktan yanadır. Ham maddelerin geri dönüşeceği ürünler tasarlarsak, doğrusalı döngüsele dönüştürürsek, kaynakta ayrıştırma yaparsak doğal kaynakları ebediyen kullanabiliriz. Döngüsel ekonomiye dönmek tek çaredir. Yenilenebilir enerjiyi seçmek, ağaç dikmek, israfa “Hayır.” demek gibi basit önlemler istikrarlı piyasaların, istikrarlı toplumların ve ilişkilerin oluşmasını sağlayacaktır. Gelecek belli değil fakat gelecek bizim elimizdedir. Gelecekte ne olacağı bugün neler yaptığımıza göre değişim gösterecektir. Gezegenin istikrarı ve dengesinin bozulması riski dünyanın tüm toplumları için güvenlik ve istikrar sorunudur. Bu sorun, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ana gündemi ve ana sorunu olmalıdır.

“Önce ülkem ve milletim” düsturuyla siyasette varlığını ilelebet sürdürecek olan Milliyetçi Hareket  Partisi, çevre ve kirlenme açısından da bu anlayışla hareket etmektedir. Hem kültürel kökleri hem de inancı gereği milliyetçi, ülkücü hareket, bulunduğu coğrafyada doğayla uyum içerisinde yaşanması gerekliliği ortaya koymaktadır. Türk tarihinin en eski yazılı kaynaklarından olan Orhun Abideleri’nden Türk devletlerinin uygulamalarına kadar bu uyum ve hassasiyet mevcuttur. Türk milliyetçileri, önce kendi vatanı ve milleti için önemli olan çevre, doğa ve ekolojik sistemi koruma yönünde tavır almaktadır. Vatan olarak tanımlanan topraklarda var olan her değer bizim için kıymetlidir, aynı zamanda milletin sağlıklı bir hayat sürdürmesi için gereklidir. Sağlıklı bir ekosistem sağlıklı toplumları oluşturur. Türk milliyetçiliği fikri, hem milletinin geleceğini güzelleştirme hem de Türk milleti ve devletinin refahı için ekolojik ve çevresel değerlerin korunmasının gerektiğine vurgu yapmaktadır. Ayrıca, dünyadaki yaşamın ve var olan canlıların insana emanet olduğuna dikkat çeker ve dünya ekosistemi içerisinde kirlenmenin ve çevre sorunlarının çözümünden yana tavır koyar. 2020’de ve 2021’de yaşadığımız sorunlar, afetler, su sıkıntıları, seller ve salgın daha sonra yaşayacaklarımız için bir fragman niteliğindedir. Eğer önlem almazsak gelecekte çok daha büyük sorunlarla karşılaşmamız kaçınılmazdır.

Sözlerime burada son verirken milliyetçilik çevreciliktir diyor, Türk İslam âleminin Kadir Gecesi’ni ve Ramazan Bayramı’nı kutluyorum.

 

MHP GRUBU ADINA AYŞE SİBEL ERSOY (Adana) –

325 sıra sayılı Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunmaktayım.

… Değerli milletvekilleri, konumuz, Türkiye’nin Avrupa yakasını Asya yakasından coğrafi olarak ayıran Marmara Denizi. Marmara Denizinin hem stratejik hem de tarihî açıdan değeri tartışılamaz. Marmara Denizi’nin insan sağlığı ve birçok ekosistemi etkilemesi dolayısıyla önemli bir iç deniz olması ve ülkemiz nüfusunun, endüstri ve ticaret merkezlerinin önemli bir bölümünün bu denizin etrafında yer alması önemini daha da artırmaktadır.  Bütün bunların yanında, güzel görünümüyle İstanbul şehrine kazandırdığı estetik değerini de unutmamak gerekir

Marmara Denizi’nde oluşan müsilaj, önemli bir çevre problemi olarak günlerce konuşuldu. Müsilaj, ülkemizin gündeminde bugüne kadar hiç olmamıştı. Yaşadığımız bu olay, vatandaşlarımızın, milletimizin bu noktada beklemediği -bir taraftan çevresel bir taraftan insan sağlığı ve toplum sağlığı açısından- tehlikeli bir duruma sebebiyet vermişti. Müsilajın temel nedenleri arasında çevresel etkiler, küresel ısınma, Marmara Denizi’nin fiziksel yapısını sayabiliriz ancak asıl neden, insan kaynaklı kirleticilerin yeterince arıtıma tabi tutulmadan Marmara Denizi’ne verilmesidir diyebiliriz. Böylelikle oluşan kirlilik Marmara Denizi’nin ekosisteminin bozulmasına neden oldu ve fitoplanktonların aşırı büyümesiyle ötrofikasyon ve müsilaj oluştu.

Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla henüz daha Türkiye Büyük Millet Meclisinde araştırma komisyonu oluşturulmadan önce, hızlı bir şekilde Marmara havzasında yer alan valilerin, belediyelerin, ilgili kurum ve kuruluşlarının ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla Marmara Denizi Koruma Eylem Planı hazırlanarak, bu koruma eylem planında öngörülen işlerin zamanında yapılmasıyla ilgili Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu oluşturuldu. Bu Kurulun ardından Meclisimiz de bir araştırma komisyonu kurarak gerek atılacak adımları gerek yapılan projeleri inceleyerek gerek sivil toplum örgütlerini, üniversitelerimizi, ilgili tüm kurum ve kuruluşları dinleyerek, sürece katkı sağlama adına bu kurum ve kuruluşların önerilerini dikkate alarak çalışmalarını tamamladı.

Müsilajın çıkış nedenlerinden biri olan küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini de unutmamak lazım. Günümüz şartlarında bütün dünya fosil yakıt kullanımı, atık problemi, çevre kirliliği, bilinçsiz tarım ve zararlı sanayi atıkları nedeniyle küresel bir krizle karşı karşıya. Biz hep söylemeye çalışıyoruz; iklim değişliği din, dil, ırk ve sınır tanımıyor, zengin, yoksul ayırmıyor ve bir çevre meselesi olmasının dışında bir güvenlik meselesi, bir kalkınma meselesi. Gelişmiş, gelişmemiş ülke ayırmadan istisnasız tüm hayatları etkileyen bir durum. Ülkemizin bir iç denizi niteliğindeki Marmara Denizi’nde 2021 yılı Mayıs sonu ve Haziran ayı başında yoğunlaşan müsilaj, denizlerimizin ve diğer su varlıklarımızın korunması ve sürdürülebilir bir şekilde yeni nesillere bırakılabilmesi açısından iyileştirilmesi gereken hususların neler olduğunu detaylıca mütalaa etmemizi gerekli kılmıştır. Marmara Denizi’nde müsilaj oluşumunun; küresel iklim değişikliği nedeniyle deniz suyu sıcaklığının yükselmesinden, Marmara Denizi’nin durgun yapısından ve bölgedeki yoğun nüfus dolayısıyla kentsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların yeterli arıtmaya tabi tutulmaksızın denize ulaşması nedeniyle oluşan kirlilik artışından kaynaklandığı çeşitli vesilelerle dile getirilmiştir. Öncelikli olarak, Marmara Denizi’nin ülkemizin bir iç denizi olduğu hatırda tutulmalı, tedbirler de bu çerçevede hayata geçirilmelidir. Marmara Bölgesi’nin ülkemiz için bir lokomotif görevi üstlendiği hesaba katıldığında, yürütülecek çalışmaların siyasi tartışma eksenine taşınmadan, iş birliği içerisinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizi çevreleyen diğer denizler açısından ise kirliliğin önlenmesi için komşu devletlerle gerekli iş birliğinin artırılması önem arz etmektedir. Hazırlanan raporda da görüleceği üzere, ülkemizin müsilaj ve diğer deniz kirliliği kaynaklarıyla mücadelesi yeni başlamış bir süreç değildir. Atık su arıtma tesislerinin sayısının ve niteliklerinin artırılması çalışmaları, başta Marmara Denizi olmak üzere denizlerimizde yürütülen araştırma ve inceleme çalışmaları -örneğin, Marmara Denizi Bütünleşik Modelleme Sistemi Projesi- sıfır atık projeleri ve diğer pek çok çalışma denizlerimizin korunmasına yönelik önemli çevre projeleridir.

Çevreyle ilgili alınan kararların uygulanması konusunda denetim mekanizmalarının oluşturulması da ayrı bir önem taşımaktadır. Doğal yapısı, zengin florası, faunası ve sosyokültürel dokusuyla nadir alanlardan biri olan Marmara Denizi gerek sahip olduğu doğal değerler gerekse de çeşitli kirlilik kaynaklarınca tehdit altında bulunması nedeniyle 5 Kasım 2021 tarihli Cumhurbaşkanı kararıyla özel çevre koruma bölgesi olarak ilan edilmiştir. Müsilajla mücadele amacıyla yürütülen çalışmalardan da açıkça görülebileceği üzere denizlerimizin ve diğer su varlığımızın korunması, başta merkezî yönetim ve yerel yönetimler olmak üzere tüm aktörlerin koordineli bir şekilde çalışmasını gerektiren çok paydaşlı bir husustur.  Bu çerçevede, yerel yönetimlere ileri biyolojik arıtma tesisleri yapımı konusundaki teşviklerle ilgili mevzuat çalışmaları önemli bir adım olacaktır.

Sayın milletvekilleri, evet, Marmara Denizi’nin kurtarılmasında herkes kesime, özellikle de bu denizle doğrudan ilgili olanlara sorumluluk düştüğü bir gerçektir, bizim de vatandaş olarak büyük sorumluluk taşıdığımız açıktır. Burada vatandaşlarımızın eğitilmesinin önemini vurgulamak istiyorum. Bu anlamda, STK’lerle birlikte birçok sempozyum, seminer, konferans ve benzerlerinin yapılması sosyal sorumluluk bilincinin oluşturulması açısından çok önemlidir. Ayrıca, çocuklarda çevre bilinci oluşturulması açısından millî eğitim müfredatına küresel iklim değişikliğiyle ilgili konular da eklenebilir. Vatandaşların ortak istekleri olan çevrenin korunması konusunda birbirlerini anlamalarını ve beraber hareket etme yeteneklerinin kazandırılmasının sağlanması da önem arz etmektedir. Halkın ve ekosistemin sağlığını tehdit eden durumlarda işi sadece yöneticilere bırakmak da doğru değildir, sorumluluk hepimizindir.

Konuşmamın sonunda, milletimizin ve tüm İslam âleminin yaklaşmakta olan Ramazan Bayramı’nı en içten dileklerimle kutlar, bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

 

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) –

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artık ne kaldıysa, her şeye rağmen, Marmara Denizi’nde yaşamayı sürdürmeye çalışan zooplanktonundan fitoplanktonuna, memelisinden balığına, kabuklusuna, hepsine saygılarımı sunarak konuşmama başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmaya başlıyorum ama bu konuşmadan hiç de hazzetmediğimi baştan ifade etmek istiyorum. Bu kadar temel bir meselede, Meclisin bu kadar düşük yoğunluklu, Genel Kurulun bu kadar düşük yoğunluklu bir gününde konunun ele alınıyor olması gerçekten son derece sorunlu; bunu bir kenara koyalım.

Önce, bu, deniz nedir; bir buna bakmak gerekiyor galiba. “Marmara Denizi” deyince biz neyi kastetmiş oluyoruz? Marmara Denizi bilindiği gibi, görece genç bir deniz. İkili bir su tabakalaşmasına sahip olan, altta yoğun suyu barındıran Akdeniz akıntısının üstte ise daha hafif, daha az tuzlu suyu barındıran Karadeniz akıntısının binlerce yıldan beri altlı üstlü devam ettiği bir deniz burası. Peki, nasıl bir denizdi? Karakin Deveciyan Su Ürünleri Hali Başkanıyken diyor ki: “1909 ile 1910 yılları arasında İstanbul Balık Hâli’ne 44.169 kilo kılıç, 85 bin kilo orkinos, 2,5 milyon kilo uskumru geliyordu; şimdi bunların hiçbir tanesi yok değerli arkadaşlar. Bu dönem aslında 1960’lara kadar bir biçimde devam etti yani denizin verimliliği 1960’lara kadar sürdü. Beykoz dalyanında 100 kilonun üzerinde kılıç balığı tutulduğu günleri hatırlıyoruz, 500 kilograma varan orkinosların yakalandığı, Ahırkapı açıklarında 10 kiloluk, 15 kiloluk, 20 kiloluk sinaritlerin yakalandığı dönemi hepimiz ya hatırlıyoruz ya tanığıyız ya da anlatanlardan duyuyoruz, dinliyoruz.

124 tür olan balık çeşitliliği şu anda 5-6 türe kadar azalmış durumda. Şimdi, meselemiz şu: “Ya, bu Marmara’yı geri kazabilir miyiz?” Açık söylemekte fayda var “Marmara” dediğimiz deniz şu anda yoğun bakımda olan bir denizdir. Durumu olduğundan daha iyi göstermek de durumu olduğundan daha kötü göstermek de hiç birimizin işine yaramayacaktır.

Daha öncede benzer çalışmalar oldu; iktidarın, iradenin göstermiş olduğu etkiyle, çalışmayla daha önce de benzer araştırma komisyonları kuruldu. Bunlardan bir tanesi -tabii, müsilaj için söylemiyorum bunu ama- 1988’de çok yoğun balık ölümleri olduğunda kamuoyu dehşete kapıldı, o zamanın siyaset yapıcıları dediler ki: “Ya, buna bir bakalım. Bu gerçekten niye böyle oldu?” O zaman da bir sonuç çıkmadı. Raporu okudum, çok ayrıntılı okudum ve yazıldığından beri rapor üzerinde çalışıyorum. Bu raporun Marmara Denizi’ni kurtarmaya dönük herhangi bir iddiası aslında yok. Niye olmadığını ben size anlatacağım değerli arkadaşlar. Şimdi, Komisyon raporunu iki açıdan değerlendirebiliriz; raporun yöntemi ve raporun içeriği. Soru şu: Böyle bir Komisyon kurmamış olsaydık -orada Fatih Bey var- deseydik ki: “Sen uzmanlarla görüş, bize bir Komisyon raporu, bize bir rapor çıkart lütfen.” bize böyle bir rapor getirirdi. Bu raporun içerisinde bütün Komisyon çalışmaları boyunca yaptığımız tartışmalar, kurumlardan istediğimiz bilgiler, önemli olarak vurguladığımız konu başlıklarının hiçbir tanesi yok; tam tersine, bilim insanlarının anlattığı şeyler arka arkaya eklenmiş, yan yana getirilmiş ve eklektik bir bütün hâlinde buraya sunulmuş durumda. Komisyon faaliyeti bir habercilik faaliyeti de değil, bir vakanüvislik faaliyeti de değil değerli arkadaşlar. En azından, Genel Kurulun üzerinde yorum yapabileceği, bütünsellik arz eden bilgileri bir perspektif dâhilinde toparlayıp bir mantık, bir omurga çerçevesinde buraya sunması gerekirken rapor yazıcıları, adeta bir yırtma-yapıştırmayla önümüze bir rapor getirdiler. Ya, bir panelin kolaylaştırıcısı olsanız, moderatörü olsanız arada dersiniz ki: “Bak, bunlar böyle söyledi, bunlar böyle söyledi, burada benzeyenler ve benzemeyenler var.” diye, millet daha iyi anlasın diye bir ara toplam alma ihtiyacı duyarsınız. Bu raporda böyle bir şey yok. Arka arkaya eklenmiş, eklenirken de mümkün mertebe aslında yazıcının, yazıcı aklın perspektifini doğrulayacak şeyler eklenerek rapor hâline getirilmiş. Mesela Ergene yok; Ergene konuşulmamış, tartışılmamış. En fazla konuştuğumuz şeylerden bir tanesiydi. Kanal İstanbul yok. Komisyon diyebilir ki: “Ya, Kanal İstanbul’u biz tartıştık ama buradan bir şey çıkmadı.” Çıkmadığını buraya getirmek bile Genel Kurula olan saygımız gereğince olması gereken bir şeydi, o da yok. Mesela, benim  gelenlere, bürokratlara, sorularım vardı; muhalefetin aşağı yukarı tüm vekillerinin soruları vardı, bu sorular yok. Daha vahimini söyleyeyim mi size? Bakın, MAREM’in  yaptığı çalışma sonucunda Ergene derin deşarjından denize basılan suyun kimyasal analizini, geldim, Komisyonda söyledim, size de söyleyeyim: Bakır, Dünya Sağlık Örgütü değeri 0,02 iken 2.544’e çıkmış  miligram/desilitre birim; çinko, 1.932, oysa 0,5 olması gerekir; demir, 636 yani saymayayım tek tek ama ağır metallerde inanılmaz bir artış var; bizim Komisyonumuz bununla ilgilenmedi. Hatta dedim ki: “Ya, yanlış olabilir, kalkın, gidelim, bir de biz ölçelim, belki ki MAREM’inki yanlıştır.” Ne yazık ki olmadı.

Şimdi, dolayısıyla son derece tekniğe indirgenmiş ve denizin esas meselesi olan sistematik ve süreğen bir biçimde Marmara Denizi’nin insan eliyle, sanayi eliyle kirletiliyor olma gerçeği baskın bir gerçek olarak burada ne yazık ki durmuyor. Peki, ne yapacağız? Yani öznesiz bir şey mi tartışıyoruz, biz bu işin bir öznesi var mı? Bu işin bir öznesi var,  arkadaşlar, o özne de -yani bu cinayetin bir faili var tabii ki- yıllardan beri sistematik bir biçimde doğayı kirletenler, denizi kirletenler. Yani şimdi “Ya,  olmuş zaten, burada fail aramanın anlamı nedir?” diye düşünülebilir, mesele öyle değil, o kadar basit değil. Termik santraller, reaktörler, petrol rafinerileri, devasa fabrikalar; bunlar kimin? Termik santrallere ek olarak mermer ocakları, deniz kenarındaki yalılar, yatlar, katlar, orada inşa edilen binalar; bunlar kimin? İşte, kiminse aslında denizi de sistematik olarak yıllardan beri, en fazla da 1970’ten sonra kirletenler ne yazık ki bunlar, değerli arkadaşlar.

Şimdi, aslında ben madde madde, 157 maddeye muhalefet şerhi yazdım ama ne yazık ki böyle bir zamanımız da yok. Girişte “Küresel iklim değişikliği nedeniyle deniz suyu sıcaklığının yükselmesinden, Marmara Denizi’nin durgun yapısından ve bölgedeki yoğun nüfus dolayısıyla…” falan falan diye anlatılmış,  müsilajın sebebi olarak ortaya konulmuş.

Yine deniz suyu sıcaklığının artması temel alınmış, güçlü tabakalaşmadan, uygun sıcaklıktan, sakin havanın eşlik etmesinden bahsedilmiş. Arkadaşlar, burada temel mesele şudur: Fitoplankton fotosentez  yapan bir mikroorganizmadır. Azot ve fosfor yükünün fazla olması bu canlının sayıca artmasına yol açar ama esasen müsilajı tetikleyen şey besin zincirinin kırılması ve fitoplanktonu yok eden canlıların ortamdan kaybolmasıdır. Ortam kirlenmeye başladığında öncelikle kaçabilen canlılar kaçar, kimisi ölür kimisi ortama adapte olur. İşte, o ölenler grubunda fitoplanktonu yiyen, onları yok eden canlılar vardır. Dolayısıyla bu canlıların ortadan kalkmasıyla birlikte birey sayısında olağanüstü bir artış meydana geldi ve anlatıldığı gibi yalnızca sitoplazmik organellerin denize boşalması falan değil, onunla birlikte pek çok başka polisakkaritleri de içine alan, ortamda askıda olan her şeyi de içine alan bir süreç başladı. “Sıcaklık, iklimi değişikliği” diye dönüp  dönüp söyleyenlere şunu sormak gerekiyor: “Ya, niye sıcaklık artıyor kardeşim, yani niye Marmara’da Karadeniz’in 3 katından fazla sıcak artıyor, bunu iklim değişikliğiyle izah etmeniz mümkün mü?” Elbette değil çünkü kirlettik. Çok basit deney yapın, 2 bardağın bir tanesine temiz suyu diğerine mürekkepli suyu koyun, mürekkepli suyun aynı ortamda diğerine göre daha fazla ısındığını göreceksiniz. Yani şöyle bir şey yok: “Ya, oldu, iklim değişikliği oldu, şu oldu, ekosistemde bozulmalar…” Bunu biz kendimiz yaptık. Bunu biz kendimiz yaptıysak bunun çözümünü de mutlaka ve mutlaka burada bulmak, burada aramak zorundayız.

Bir Marmara Denizi Bütünleşik Stratejik Planı’mız var, biliniyor. Orada da raporun devamında da anlatılan esas şey şu: Marmara Denizi’nin alt akıntısı bir konveyör olarak kullanılmalı ve kirliliği Karadeniz’e uzaklaştırmalı. Bu konuda yapılmış çalışmalar var. 20’nci yüzyılın başından beri böyle bir iddia var. Yani iki tabakalı su olduğundan dolayı alt tabaka oraya basılan kirliliği Marmara’ya ulaştıracağı vehmi var. Bu, çürütülmüş bir vehimdir; bu, gerçekliği yansıtan bir anlayış değildir. Hâl böyle olunca, bakın, eğer “Marmara Denizi’ni alıcı ortam olarak kabul etmiyoruz.” demiyorsak, “Derin deşarjı mutlaka sonlandırıyoruz.” demiyorsak, “Karada olan karada kalmalıdır, su arıtılmalı ve karasal ortamda tekrar kullanılmalıdır.” diyorsak, aynı raporun dediği gibi “Şöyle arıtacağız da ondan sonra deşarja basacağız.” gibi lafları anlatıyorsak bu zamana kadar yapılandan farklı bir şey yapmıyoruz demektir. Niye söylüyorum? 1988-1989 özellikle Güney Haliç kolektörlerinin Haliç’i temizleme iddiasıyla Haliç’in pisliğini Marmara’ya basmasıyla olağanüstü balık ölümleri meydana gelmişti. O balıkları öldüren faktör her neyse şu anda müsilajı patlatan faktör de o. Şu anda yeniden müsilajın başka görüntüleriyle karşı karşıya kalıyoruz, onlara sebep olan da yine kirlilik. O nedenle, bu işin amentüsü şu olacak; başa yazacağız, başa, bunu başlığa çekeceğiz: “Derin deniz deşarjına hayır. Marmara Denizi’nin alt akıntısının bir konveyör olarak kullanılarak pisliği Karadeniz’e götüreceği anlayışına hayır demeli ve denizi alıcı ortam olmaktan mutlaka çıkartmalıyız.” Bu olursa raporun diğer taraflarındakiler az çok işe yarayabilir ama bu olmazsa istediğinizi yapın… Yani yazılmış, epey bir şey yazılmış; kıymetli arkadaşlar, bu yazılanların büyük kısmı da ne biliyor musunuz? Tarım Bakanlığı ile Çevre Bakanlığının vazifesi. Raporu yazan yazmış oraya, işte, “Sular takip edilsin.” “Kirlilik araştırılsın.” E, bunu Çevre Bakanlığı yapacak zaten. “Akarsularla gelen organik atıklar -gübre vesaire kastediliyor- konusunda önlem alınsın.” E, zaten Bakanlık yapacak. Şimdi, benim anlamadığım şey şu: Bunu yazan bunu bilmiyor mu, Bakanlıkların vazifesi olduğunu bilmiyor mu; yoksa biliyor da Bakanlıklara vazifesini mi anlatıyor, bunu anlayabilmiş durumda değiliz.

Deniz koruma alanı ilan edildi biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı denizin koruma alanı olmasına ilişkin bir irade serdetti fakat öyle enteresan ki çok kısa bir süre sonra, bakın, Elektrik Üretim Anonim Şirketine ait Tekirdağ Doğal Gaz Kombine Çevrim A Santrali ile santralin kullanımında bulunan taşınmazların ve deniz alanının özelleştirilmesine karar verildi Cumhurbaşkanı tarafından. Ya, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, gerçekten anlayabilmek mümkün değil. Yine, dip çamurunun, dip taramasından çıkan çamurun bazı yerlere boşaltılması konusunda Bakanlığın oluru var. Şimdi, bu nasıl bir koruma alanı, böyle bir koruma alanı olabilir mi? Koruma alanı dediğiniz şey, yapılaşma da dâhil olmak üzere ekosistemi her biçimde tehdit eden ve tehlikeyi atan şeylerin bir bütün olarak ortadan kaldırılmasıdır. Dönüp bakınca ne görüyoruz biz? Bunu Komisyonda da defalarca konuştuk, 1.700 kilometre uzunluğunda, Balıkesir ve Çanakkale illerinin bütün sahillerini kaplayan bütünleşik bir sahil projesi görüyoruz; yat limanları yapılacak, çekek yerleri yapılacak, o yapılacak, bu yapılacak. E, yani şimdi, burada Marmara Denizi’nin faydasına herhangi bir şeyin ortaya çıkması mümkün mü? Denizi böyle böyle öldürüyoruz. Denizi her gün daha fazla rant, her gün daha fazla kâr alanı olarak gördüğümüzden dolayı denizi öldürüyoruz. Denizin ölmesi öznesiz, failsiz bir süreç değildir. İşte, bu akıl denizi bizatihi öldüren akıldır.

Bir başkası Kanal İstanbul. Ya, Kanal İstanbul dediğiniz şey 5 milyon kişilik -iyimser ifadeyle söylüyorum- bir nüfus yükü demek. Bunun kullanacağı su, kullanacağı otomobil, atıkları, kesilecek olan ağaçlar, tahrip edilecek olan akiferler, bunların hepsi bir araya konulduğunda… Ya, şöyle bir akıl olabilir mi: “Yapalım da daha iyi olsun, Tuna yoluyla yukarıdan gelen su aşağıdaki ortamı temizlesin.” denilebilir mi? Denilemez ama işte deniliyor. Yani neticesinde 22 maddelik bir şey yapıldı. Bu 22 maddelik planlama içerisinde birkaç tanesi kısmen hayata geçirilirken bir bütün olarak bu planlamalar olduğu gibi durduğu yerde duruyor.

Söylenecek çok şey var ama vakit çok azaldı. Ben size kısaca ne yapılması gerektiğinden bahsedeyim. Arkadaşlar, artık gelinen noktada mesele müsilajı falan aştı. Balıklarda vibriyo var. Vibriyo bakterisi, kolera ailesinden bir bakteridir ve balık konusunda, yani piştiğinden dolayı henüz insanda -suşiyi kastetmiyorum ama- bir enfeksiyona yol açmıyor olsada bu balıkları yiyen daha büyük balıklar, lüfer ailesi gibi, palamut, torik ailesi gibi ailelerde de bir balık pandemisine yol açma ihtimali artık oldukça yüksek.

Marmara Denizi’nde üretilen kabukluların Marmara Denizi’nin toksik özelliklerini bünyelerinde topladığını, paralitik ve diaretik toksinleri topladığını ve Avrupa’da bunların satışının yasaklandığını hepimiz biliyoruz. Olan bir şeye yokmuş gibi davranmayalım. Bu işi düzelteceksek ilkin çıkacağız, diyeceğiz ki “Arkadaşlar, artık biz bedeli ne olursa olsun derin deşarjı bitiriyoruz.” Marmara bir alıcı ortam değildir ve en önemli konulardan bir tanesi, Marmara’nın bu hâle gelmiş olmasının ve daha da fazla olumsuz bir tarafa doğru sürükleniyor olmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi Ergene derin deşarjı.

Bakın, öylesine vicdansızca bir şey ki Ergene derin deşarjı hikâyesi… Ergene havzasında 2 bin tane firma var; tekstil firması, metal firması, şu firması, bu firması… Bu firmalar, yer altından suyu çıkarıyorlar, kullanıyorlar, kirletiyorlar ve Ergene Nehri’ne veriyorlar. O nedenle, debisi, çıktığı yerden sonra, bu fabrikaları geçtiğinde 10 kat artıyor. Şimdi, bunlar bundan kazanç sağlıyorlar. E, bunu temizlemesi kime kalıyor? Kamuya kalıyor. Yani bu varlıklar herkesin, börtü böceğin, insanın, bütün canlıların ortak varlığıyken su varlığı, bir avuç gözü dönmüş sermayedar Ergene’yi bu hâle getiriyor. Peki, kamu ne yapıyor? Vallaha, kamunun yaklaşımı, bence, bu gidişle kısa süre sonra bu arıtma işlerini, atık su arıtma işlerini özele ihale etmek biçimine dönecek yani bunun da üzerinden rant elde edilecek bir şey hâline dönüşme ihtimali -raporda da yazdığı üzere- oldukça fazla.

Oradaki atıkların -birbirine karışmış atıklar en zor arıtılan atıklardır- arıtıldığı varsayılıyor ama bizim elimizdeki veriler arıtılmadığını gösteriyor. Marmara Denizi’ne basıyorsunuz. Marmara Denizi can çekişiyor, çok açık söyleyeyim.

Ben dalıyorum. Düzenli olarak bir dalış yapılmıştı Komisyon aşamasında. Ondan sonra ben Marmara Denizi’nin muhtelif yerlerinde en az 8-10 dalış daha yaptım. Arkadaşlar, ortalığı hani yangın yerine çevirmek falan değil ama deniz gerçekten ölüyor. Bir sene önce olan canlılar şu anda yoklar. Bunun en büyük sebebi de Marmara Denizi’ni bir lağım çukuruna, bir atık su havuzuna dönüştüren zihniyettir. Bunun çözülmesi için öncelikle derin deşarjı halletmeli, alıcı ortam olma özelliğini ortadan kaldırmalı ve bağımsız bir komisyon kurulmalı. Bu bağımsız komisyon, bilim insanlarından oluşacak bağımsız komisyon hiçbir bakanlığın altında falan olmamalı. Bu komisyon bilimsel altyapıya, teknolojiye, laboratuvarlara sahip olmalı, bu çalışmaları burada sürdürmeli ve onların çıkardığı sonuçlar keskin bir kılıç gibi olmalı. Anlatabiliyor muyum? Yani insanların, kurumların riayet edeceği bir niteliğe sahip olmalı. Bununla beraber, dört beş sene içerisinde derin su deşarjı tamamen ortadan kaldırılmalı.

Ya, gerçekten ben şunu anlamıyorum -Sayın Başkanım, siz de buradasınız- biz bu Komisyonda demedik mi hep beraber, “Marmara Denizi’nin alıcı ortam olmasını doğru bulmuyoruz.” diye hep beraber söylemedik mi arkadaşlar? Dedim ki -haddimi aşıyorum, ben bunu söylüyorum yani Komisyon adına konuşuyorum bazı yerlerde- “Bütün Komisyon böyle düşünüyor.” “Biz derin su deşarjına karşıyız.” diye hep beraber demedik mi? Şimdi, dememişiz gibi önümüze gelmiş rapor, deniyor ki: “İyi arıtılırsa basılabilir.”

Arkadaşlar, iyi arıtıyorsak, gerçekten nitelikli bir su hâline dönüştürüyorsak denize niye basıyoruz ya? Biz su zengini bir ülke değiliz ki su fakiri bir ülkeyiz; bu suyu her yerde kullanmak mümkündür. Bu zamana kadar da herkes dedi ki: “İyi arıtılıyor.” İşte “İyi arıtılıyor.” denilenin durumu ortada, durumu ortada. Yani bunlara ilişkin bütünlüklü bir plan yapılmalı ve bu raporun ancak ve ancak geri çekilmesiyle bu söz konusu olabilir. Kıyılardaki yapılaşmanın tamamının ortadan kaldırılması lazım, inşai faaliyetlerin bitirilmesi lazım, gerçekten bir koruma alanı hâline getirilmesi lazım denizin, endüstriyel tesislere “Kendi suyunu arıt ve kullan, sana daha fazla su yok.” denilmesi lazım, bu suların, arıtılmış, nitelikli suların peyzajda kullanılması lazım, zeytin kara suyunun deşarjının engellenmesi lazım.

Çocuklara, mutlaka müfredata “Marmara Denizi nedir?” diye bir ders koymamız lazım çünkü ne çocuklar ne yetişkinler denizin ne olduğunu bilmiyor değerli arkadaşlar.

 

CHP GRUBU ADINA ALİ ŞEKER –

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen sene yüzeye çıkan köpüğü aldınız, “Müsilajı temizledik, rahat olun.” dediniz, bir yandan da Marmara can çekişirken, ölüm döşeğindeyken “Buradan nasıl bir siyasi rant devşiririz?” dediniz. “Arıtma tesisi yapımında kamu-özel iş birliği uygulanacak.” diyerek bu sefer de kanalizasyon atık garantisi mi vereceksiniz firmalara? Ülkeyi yirmi yıldır tek başına yönetmiyormuşsunuz gibi, yirmi beş yıl İstanbul’u yönetmemişsiniz gibi, İstanbul’un, Marmara’nın kirletilmesinde sorumluluğunuz yokmuş gibi şimdi nasıl belediyeyi, yerel yönetimi suçlarız diye konuyu gündeme getiriyorsunuz. İhtiyacımız yerel yönetim merkezi yönetim kavgası değil, Marmara Denizi hepimizin. İstanbul’un, Bursa’nın, Tekirdağ’ın, Kocaeli’nin, Balıkesir’in, Çanakkale’nin Yalova’nın, hatta tüm Türkiye’nin Marmara Denizi. Sorunun aciliyeti ortadayken hâlâ çözüme yönelik gerçekçi hiçbir adım atılmadı. Çözümlerin kâğıt üzerinde kalması çürümeyi, kokuşmayı, ölümü daha da hızlandırıyor. 1989’da, Dalan döneminde başlayan derin deniz deşarjının ne denli büyük bir sıkıntı yaratacağını Sayın Nurettin Sözen gördü ve anlattı Dünya Bankası yetkililerine. “Marmara’yı böylesine kirletecek bir projeye nasıl kredi verirsiniz? Türkiye’ye üçüncü dünya ülkesi muamelesi yapamazsınız.” diye sitem etti ve Dünya Bankası yetkilileri “Haklısınız, biyolojik arıtma için ne kadar ihtiyacınız varsa size kredi sağlayacağız, destek vereceğiz.” dedi. Kadıköy, Baltalimanı ve Riva Biyolojik Arıtma Tesislerinin projelerini hazırladı ve kredileri hazır projeleri hazır olarak Erdoğan iktidarına bıraktı yerel yönetimde ve Erdoğan ne yaptı? Bunların hepsini kenara kaldırdı, “Derin deşarja devam.” dedi ve o derin deşarjdır ki bugün Marmara’yı bu hâle getiren. Otuz yıla yakın süre geçti Yenikapı Biyolojik Arıtma Tesisinin arsa tahsisini dahi yapmadınız, hâlâ yapmıyorsunuz. Başakşehir Biyolojik Arıtma Tesisinin arsa tahsisini hâlâ yapmıyorsunuz. Bir yıl geçti bu Komisyon çalışmaya başlayalı, dedik ki: Bu işleri bir an önce, aciliyetle çözün; Marmara’nın hiç zamanı yok, ölüyor. Öldüğünde de geri dönmüyor bir daha ama maalesef bir şey yapılmadı.

Kırk yıl önce ortaya atılan “ODTÜ kanalı” diye bir proje vardı “Marmara derinliklerinden Karadeniz’in derinliklerine kanalizasyonlarımızı göndeririz.” diye. Görüldü ki bu tez doğru bir tez değil, yaşayarak gördük. Marmara Denizi alıcı ortam olma vasfı olan litrede beş miligram çözünmüş oksijen düzeyinin altına düştü ve özellikle yüzey dışında, beş altı metre dışında bu ortam artık balıkların bile yaşamasına müsaade etmeyecek derecede oksijeni düşmüş durumda. Biz ne yapıyoruz? Bu balıkların öldüğü ortama demir ızgaralardan geçirip kanalizasyonumuzu olduğu gibi dolduruyoruz ve denizin altına süpürüyoruz pisliğimizi, sonra da diyoruz ki: Yine müsilaj neden oldu acaba?

1957’den bu yana İlham Artüz’ün de başlattığı bir proje var, Levent Artüz’le devam ediyor, İnönü Vakfının öncülüğünde MAREM Projesi. Marmara Denizi’ni izleyelim ve kurtaralım diye yapılan bir proje ve burada hâlâ izlemeler devam ediyor, çalışmalar devam ediyor. Marmara Denizi SOS veriyor, imdat çığlığı atıyor ama biz, hâlâ kâğıt üzerinde bu işleri geçiştiriyoruz. Marmara açık bir foseptiğe dönüşüyor, Marmara dev bir foseptik çukuruna dönüşüyor, aynı daha önce Haliç’in olduğu gibi. Bizim buna bir an önce çözüm bulmamız gerekiyor. Geçen sene Mayıs ayında başlamıştı müsilaj, şurada bu fotoğrafı çekmiştim Gemlik’te. Bu sene ise daha mayıs ayını beklemeden nisan ayında Yalova’da, İstanbul’da birçok yerde müsilaj başladı yani her sene biraz daha erken ölüyor maalesef Marmara Denizi. Berlam balığı var; Marmara Denizi’ndeki şu kenarda gördüğünüz siyah olan, Ege Denizi’nde bu. Burada bu Berlam balığının maalesef karaciğerleri çürüyor, gonatları çürüyor, artık çoğalamıyorlar. Akdeniz’in Berlam balığının karaciğerleri bu şekilde; bu gördüğünüz de Marmara Denizi’ndeki Berlam balığının karaciğerleri, tamamen yağlanmış durumda. Yani sadece deniz sağlıksız değil, balıklar da sağlığını kaybediyor. Ergene derin deşarjıyla bu suyu veriyorsunuz Marmara’ya; Saroz’a gidiyordu daha önce. Şimdi, Marmara Denizi vasıtasıyla oraya deşarj başladıktan sonra kıyılarda biz ölümler gördük, balık ölümleri gördük. Ne oldu dediğimizde deşarj başladığını anlamış olduk. Çorlu, Çerkezköy Organize Sanayi Bölgelerinin tamamı sizin döneminizde yapıldı, “Arıtması olmadan doğayı istediğiniz gibi kirletebilirsiniz.” denildi, Marmara Denizi’ne ve Ergene Nehri’ne bütün pisliği bastılar ve Ergene’yi simsiyah bir nehir hâline getirdiler. Bizim artık derelerimizi öldürmememiz gerekiyor, denizimizi öldürmememiz gerekiyor. Onun için de bu şirketlerin buralara istediği gibi kanalizasyona ve açık derelere bu atıklarını boşaltmaması, boca etmemesi gerekiyor. Balıkesir-Çanakkale Çevre Düzeni Planı’nda yer alan yeni projelerde yeni ölüm hesapları var ve Marmara Denizi bunlardan daha çok zehirlenecektir.

Evsel atıklar, çimento fabrikaları, termik santraller, fabrikalar daha büyük zarar vermeye devam ediyor. Marmara’nın bunları taşıyacak mecali kalmadı. Bu kirlilik yükünün artık ölüm demek olduğunu herkesin görmesi lazım ve Marmara’ya daha fazla atık yüklemememiz lazım. Balık yumurtaları artık öldü ve balık sayısı da gittikçe azalıyor. 124 dört tane balık türü varken o Marmara Denizi’nde, şimdi bir elin parmaklarını geçmiyor ticari değeri olan balık sayısı.

Bizim Ergene derin deşarjının uçlarında aldığımız, döküldüğü yerden aldığımız -az önce arkadaşımız da söyledi- ağır metal miktarı binlerce kat fazla normal olması gerektiğinden ve biz bu denizin ölmemesini bekliyoruz. “Kirleten öder.” değil “Kimse kirletemez.” dememiz gerekiyor. Bir an evvel derin deşarja son vermek, bütün arıtma tesislerini karbon, azot, fosfor giderimine dayalı ileri biyolojik arıtmaya dönüştürmek gerekiyor. Marmara’yı koruma yasasını da bir an önce Meclisten çıkartmak gerekiyor.

CHP GRUBU ADINA MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) –

Değerli milletvekilleri,

Kısa adıyla Müsilaj Araştırma Komisyonu Raporu üzerine söz almış bulunuyorum. Başta Sayın Mustafa Demir olmak üzere Komisyonda yer alan 19 milletvekilimize, bilim insanlarına, uzmanlara ve emek veren bütün çalışanlara buradan gönülden teşekkür etmeyi bir borç bilirim.

Değerli milletvekilleri, dünyada bütünüyle bir ülkeye ait olan tek deniz Marmara Denizi’dir. Gölden denize evrilen ve yedi bin yıl önce oluşmuş genç bir deniz ve jeolojik oluşumdur. Marmara Denizi’ne kıyısı olan 7 kent ve 25 milyon nüfus bulunmaktadır. İklim değişiklikleri, artan nüfus, kontrolsüz ve plansız kentleşme, talana ve ranta dayalı yerleşim, çevre duyarlılığından uzak yalnızca inşaat sektörünü büyütmeye dayalı bir ekonomik modelleme, kapitalist sistemin dayattığı aşırı tüketimden oluşan atıkların fazlalığı, sanayi ve evsel atıkların vahşice alıcı ortama bırakıldığı ülkemizi ekolojik felaketlere sürüklemiştir. Marmara Denizi bu sistem içerisinde âdeta bir çöp kutusu ya da bir atık havuzuna dönüştürülmüştür. Müsilaj yaşanan çevre felaketinin bir yansımasıdır ve sadece bir tanesidir. Müsilaj bir sorun değil, aslında bir sonuçtur. Müstakil bir sorun gibi görülmesi yerine bugüne dek yaşanan sanayileşme, kentleşme, tarım, doğal kaynakların hoyratça kullanımı, izlenen yanlış politikalar ve bu politikaların yarattığı çevresel etkileri bir bütün olarak ele almak ve çözüm önerileri getirmek gereklidir. Yirmi yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin Çevre ve Şehircilik Bakanı herkesin gözü önünde gerçekleşen bu eylemleri engellemesi ve denetlemesi gerekirken görevini yerine getirmemiş, seyirci kalmıştır. AKP’nin her afete olan yaklaşımı… Müsilaj afetinin oluşmasından sonra akıl edilen 22 maddelik eylem planını -sözüm ona- gündeme getirmiştir ancak şunu söylemek gerekir: Öğleden sonra günaydın arkadaşlar, hakikaten yani. Yirmi yıldır aklınız nerededir diye sormak gerekir. 22 maddelik sözde eylem planında izlenebilir ve denetlenebilir çözümlerin yeterli olmadığını sevgili Ali kardeşim de gösterdi. Şu anda yeniden gözlenen müsilajla ortaya koyuyoruz; demek ki yeterli önlemler alınamıyor ki bu müsilaj yeniden gündeme geliyor. Havanın da ısınmasıyla beraber daha fazla olacağını düşünmekteyiz arkadaşlar.

Yine, adalar özel çevre koruma bölgesi ilan edildi sözüm ona. Daha üzerinden bir yıl geçmeden ocak ayında bu karar delinmiş. Allah aşkınıza, bu olacak iş mi arkadaşlar? Yani bu kararlar delinmek üzere mi alınıyor, onu da buradan kamuoyunun dikkatine sunmak isterim. Marmara Denizi’ne atık bırakan bütün işletmelerin kamuoyuyla paylaşılması gerekir. Kapatma kararı alınması, derin deşarjın kesinlikle yasaklanması gerekir arkadaşlar. Kısa vadeli kesin çözümler bu raporda ne yazık ki sunulmamıştır.

Arkadaşlar, Ergene Nehri Istranca Dağları’nda doğuyor. Doğduğu noktada debisi 260 bin metreküp ve 283 kilometre yol kat ederek Saros Körfezi’ne dökülüyor. Tabii, bu kat ettiği yol boyunca 240 bin metreküp evsel atık yani kanalizasyon atığı dökülüyor arkadaşlar Ergene’ye ve günde 460 bin metreküp sanayi atığı deşarj ediliyor. Yani kendi kapasitesinin neredeyse 4 katı daha fazla atık suya maruz kalıyor şu gördüğünüz renkte hatta çok daha kötü, fotoğrafta göstermek isterim, Ergene Nehri şöyle simsiyah bir akışta maalesef arkadaşlar.

Yine, yoğun tarım yapılan ve gıda güvenliğini de olumsuz etkileyen bu kirlilik âdeta yok sayılmakta ve “dünyanın en kirli nehirlerinden biri” olarak nitelendirilen Ergene Nehri 50 kilometre yol katettirilerek arıtma, Tekirdağ’ın 4,5 kilometre açıklarında 47 metre derinliğe deşarj edilmektedir; bu işlem derhâl durdurulmalıdır arkadaşlar. Aksi takdirde, Orta Asya’da Aral Gölü’nün kurulması gibi bir çevre faciasıyla yani Marmara Denizi’nin kurulmasıyla karşı karşıya kalacağız arkadaşlar. AKP iktidarlarının yıllardır temizlemediği,  yarattığı çevre felaketini ve sağlık problemlerini yok gördüğü bu ortamda derhâl Ergene Nehri’nin Marmara’ya verilmesinden vazgeçilmesi gerekiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bölgede hava kirliliğinin öncelikli olduğunu ifade etmiştir. Ancak ne yazık ki hava kirliliğinden önce suların kirliliği burada önem taşımaktadır, bu da Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ne kadar ciddiyetten uzak ve ne kadar bilimden uzak olduğunu gösteren bir durumdur.

Değerli milletvekilleri, her nehrin, tıpkı Ergene gibi ülkemizdeki her nehrin, gölün, denizimize verilen atıkların, ağır metallerin, boyaların organik maddelerin, atıkların birbiriyle karıştırılmadan, ayrı ayrı yöntemlerle arıtılarak ortama verilmesi sağlanmalıdır. Rapordaki eksiklerden biri de Marmara Denizi havzasının, bu jeolojik oluşum olan Marmara Denizi havzasının jeolojik bütünlüğünden bahsedilmemesidir. Bölgenin jeolojik, morfolojik yapısı ve özellikleri yer altı suyu, yüzey suları, biyokimyasal döngüyle birlikte bir bütünlük olarak mutlaka incelenmeliydi. Muhalefet şerhimizde elbette yapılması gerekenleri aktardık ama bu eksikliğe de buradan dikkat çekmek isterim.

Marmara Denizi’nin bir kıyı dolgusu alanına geldiği ortamda, ÇED raporları uygulanmamakta yine, balıkçılık -Ali kardeşim bahsetti- 19 su ürünü olan balık türünün soyu tamamen tükenmiş, 150 civarında balıkta yok olma noktasına gelmiştir, sürdürülebilir bir balıkçılık yapılmalıdır.

Kanal İstanbul uçuk projesinin müsilaja olumsuz etkilerinden raporda hiç bahsedilmemiştir, bundan mutlaka söz edilmesi gerekirdi. Yine, Marmara Deniz’inde sadece müsilaj oluşumunun değil, kirliliğin önlenmesine yönelik adımlar atılmalıdır. İllere merkezî bütçeden mutlaka bir kaynak aktarılmalıdır arkadaşlar. En önemli önerilerden birisi olarak da millî gelirin yüzde 42’sinin Marmara’da üretildiği ve buradaki nüfus yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda…

Bu yoğunluğun azaltılması için bizim de Cumhuriyet Halk Partisi olarak 2015’ten beri Merkez Türkiye projesinde sunduğumuz, Marmara’nın yüksek teknoloji bölgesi olarak sunulması ama raylı sistemle sanayinin ülkenin güneyine doğru kaydırıldığı ve İskenderun ile Mersin Limanlarını bağlayacak altyapıyı oluşturarak buradaki nüfus yoğunluğunun azaltılması bana göre en önemli önermelerden biridir ve mutlaka yapılmalıdır.

Madencilikten şehir planlamaya, tarımdan sanayiye her alanda rantı ve talanı değil, çevreyi, sahici bir biçimde, amasız fakatsız korumanın önünde bir milat oluşturmak gerekiyor arkadaşlar. Unutmayın, Falih Rıfkı Atay diyor ki: “Her yıkıntı onarılabilir ama doğanın ki asla.” Mahatma Gandhi diyor ki: “Dünya herkesin ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadarını sağlar fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek kadar değil.” Kirletici unsurlar ortadan kalkmalı, nüfus yoğunluğu azaltılmalı, denetim gerçekçi olmalı, bu rapor da tozlu raflarda çürümemeli arkadaşlar.

 

CHP GRUBU ADINA EMİNE GÜLİZAR EMECAN (İstanbul) –

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Müsilaj Araştırma Komisyonunun raporunu görüşüyoruz.

Müsilajın dünyada ve Marmara Denizi’ndeki geçmişi çok eski. Türkiye’de 2007 ve 2008 yıllarında da müsilaj görülmüştü ancak bu sorun 2021 Haziranında bu denli şiddetli yaşanınca problemin büyüklüğü fark edildi, sonra da Marmara Denizi’ndeki canlı türlerinin ne kadar azaldığını, fosfor-azot yükünün arttığını, denizin oksijensiz kaldığını konuşmaya başladık; işte, haziran ayında Marmara’nın hâli böyleydi değerli arkadaşlar.

Mecliste biz muhalefet partilerinin verdiği önergeler reddedilse de ısrarlı duruşumuzla sonunda tüm partilerin ortak önergesiyle bir araştırma komisyonu kuruldu ve 13 Temmuz 2021 tarihinde çalışmalara başladık. Komisyonda çok sayıda bilim insanını, STK temsilcisini, yerel yönetim temsilcilerini, belediye başkanlarını ve su ürünleri yetiştiricilerini dinledik; Marmara havzasında inceleme gezisi yaptık, çalışmaların sonunda da komisyon raporu çıktı.

Şimdi, tüm çalışma boyunca şunu anladık ki müsilaj kolay çözülemeyecek kadar karmaşık ve büyük bir çevre sorunu ve bir sonuçtur. Müsilajın oluşumunu tetikleyen temel neden, ortamda organik madde birikiminin insan kaynaklı yollarla artmasıdır. Çözümü için de müdahale edebileceğiniz en önemli alan kirliliktir. Marmara Denizi, Akdeniz’den gelen alt akıntı ve Karadeniz’den gelen üst akıntıyla ve üç büyük çukuruyla etrafında 7 il, 25 milyon nüfus ve ülke sanayisinin yüzde 50’sini barındıran, yoğun tarımsal faaliyetlerin ve yoğun gemi trafiğinin olduğu çok özel bir denizdir.

Toplam deniz kirliliğinin yüzde 80’i karalardan kaynaklanırken yüzde 20’si denizlerden kaynaklanmaktadır. Kara kaynaklı önemli kirleticiler, bizlerin evsel atıkları, sanayi atıkları, madencilik faaliyetleri ve tarımsal kaynaklı kirlilikler. Havzadaki hidroelektrik ve termik santrallerinin de deniz suyunu çekerek soğutma yapması ve binlerce metreküp suyu 35 santigrat derece gibi bir sıcaklıkta denize geri vermesi deniz ekosisteminin bozulmasına, deniz suyunun ısınmasına sebep olan karasal kaynaklı etkenlerden değerli arkadaşlar. Diğer sebepler, iklim değişikliği, düzensiz kıyı yapılaşması, aşırı avlanma, canlı türü çeşitliliğindeki azalış, denizcilik faaliyetleri gibi sayılabilir.

Komisyonda, MARMOD proje yürütücüsü Profesör Doktor Barış Salihoğlu, karasal kirlilik yükü en az yüzde 40 oranında azaltılırsa Marmara Denizi’nin alt sularında beş-altı yıl gibi bir sürede hipoksinin azalacağını yani kaybedilen oksijen eşiğinin üzerine çıkılabileceğini belirtmişti. Komisyon raporunda da kirlilik yükünü yüzde 40 azaltma hedefi var. Ancak bu hedefe ulaşabilmek çok ciddi önlemleri de gerektiriyor. Yani sorun çok büyük, yıllardır kirletiyoruz ama temizlenmiyor, temizlemiyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Profesör Doktor Bayram Öztürk Komisyonda tüm anlatılanları özetler şekilde şöyle demişti: “Marmara Denizi çalışılmış bir denizdir; sorunları yeni değil, sürpriz hiç değil.” Evet, Komisyon olarak çalıştık, alınması gereken önlemlerden bazılarında ortaklaşabildik ama geçmişi de sorgulamak zorundayız.

Bakın, yıl 2001, dönemin Valisi Erol Çakır İl Çevre Müdürlüğüne bir genelge gönderiyor, bu genelgede denizlerdeki kirlenmenin önüne geçilmesi amacıyla kurumlara yönelik bir dizi görevler sıralanıyor. Genelgenin bir bölümünde de şunlar belirtiliyor: “Dünyanın gözünün üzerinde olduğu İstanbul Boğazı bütün tedbirlere rağmen kirlilik tehdidi etkisindedir. Bir zamanların temiz Marmara kıyılarındaki bu ağır kirlenme tehdidi denize girecek plaj bırakmamıştır. İstanbul denizlerinde evsel atıklar, endüstriyel kirlenme ve denizden gelen kirlenme sonucu bir sorunlar yumağı oluşmuştur. Gelecek için, yeni yüzyıl için Aziz Atatürk’ümüzün çağdaşlaşma projesi için iddialı olan bir Türkiye’nin kendi iç denizi olan, tamamen kendi sorumluğunda olan İstanbul denizlerinin günden güne yok olmasına göz yummaması, aldırmaması mümkün olmamalıdır.” diyor Erol Çakır 2001 yılındaki bu genelgede değerli arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) İşte, yirmi yıl önceki devlet anlayışı bu, işte yirmi yıl önce. İşte, bu nedenle de yirmi yılı aşkın süredir, bu sorunlar biliniyorken Marmara Denizi’nin göz göre göre neden öldürüldüğünü sormak ve sorgulamak zorundayız. Bir de bu kadar sorunun üzerine Kanal İstanbul Projesi gibi bir garabeti hâlâ gündemde tutuyorsunuz; rant, talan hep önceliğiniz. Kanal İstanbul Projesi’nden acilen vazgeçilmesi gerekmektedir. Bu proje hem sebep olacağı nüfus artışı hem de organik madde yükünü artıracağı için Marmara Denizi adına büyük bir tehlikedir.

Raporda da görüşmelerde de Kanal İstanbul Projesi hiç dikkate alınmadı. Yine, hâlâ çamur akan -işte şu gördüğünüz gibi- Ergene Nehri’nin derin deniz deşarjının müsilajda tetikleyici unsur olduğu yönünde uyarıda bulunan uzman görüşlerine de raporda yer verilmedi. Hazırlanan raporun samimiyetini işte bu nedenle sorguluyoruz.

Değerli arkadaşlar, muhalefet şerhimizde önerilerimizi 67 maddeyle sunduk. Temel prensip, en az kirletme ve maksimum geri kazanım olmalıdır ve en önemli konu, arıtma ve arıtma sonrası doğru yöntemlerle kirliliğin bertarafıdır. Bölgede bulunan mevcut atık su arıtma tesislerinin tamamı en hızlı şekilde ileri biyolojik arıtma tesisine dönüştürülmeli ve yeni arıtma tesisleri ivedilikle yapılmalıdır; bu işlemlerin yapılması için de finansal kaynağa ihtiyaç vardır. Örneğin, İSKİ Genel Müdürünün toplantıda yaptığı açıklamasına göre, İstanbul’da yeni arıtma projelerinin dört yılda hayata geçebilmesi için 10 milyar TL gerekiyor.

Evet, 10 milyar TL gerekiyor ama dövizdeki ani yükselişle birlikte bu bütçe bugün 1 milyar euroya ulaşmıştır yani finans problemi en önemli sorun. İktidar çözüm için samimiyse öncelikle kaynak yaratmak zorundadır. Ergene derin deşarjı başta olmak üzere, Marmara’yı sınırsız bir alıcı ortam olarak kabul eden tüm derin deşarj sistemlerinin faaliyetine en kısa sürede son verilmeli, sanayi tesisleri atıklarını önce kendi bünyelerinde arıtmalı, “Kirleten öder.” prensibi hayata geçirilmelidir ve gerçekçi denetimler yapılmalıdır.

Sayın iktidar vekilleri, yirmi yıldır iktidardasınız, yapılması gerekenlerin bir kısmını yirmi yıldır eğer yapmış olsaydınız bugün kirlilik ve müsilaj sorunu bu denli ciddi boyutlarda olmazdı. Şimdi, süreç çok daha zor, yol çok daha uzun. Müsilaj Marmara’da yeniden görülmeye başlandı değerli arkadaşlar.

Umarım ki bu rapor raflarda unutulmaz ve denizlerimizle ilgili atılması gereken adımlar bir an önce atılır ama hepimiz biliyoruz ki iktidarınızın zihniyeti de buna izin vermeyecektir, siyasi ömrünüz de yetmeyecektir.

 

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA DEMİR (İstanbul) –

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başta Marmara Denizi Olmak Üzere Denizlerimizdeki Müsilaj Sorununun Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla kurulan Bir Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine AK PARTİ Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, Komisyon adına görüş bildiren tüm arkadaşlarımıza, milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.

Marmara Denizi’nde, geçen yıl, haziran ayı başında yoğunlaşan müsilaj, denizlerimizin ve su varlıklarımızın korunması için çalışmalar yapmamızı gerekli kılmıştır.

Değerli milletvekilleri, Komisyonumuzun çalışmaları hakkında kısaca bir bilgi vermek isterim. Komisyon çalışma süreci, davet edilecek katılımcılar ve gerçekleştirilecek incelemeler tüm Komisyon üyelerimizle birlikte belirlenmiştir. Bu kapsamda, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, farklı disiplinlerden bilim insanları davet edilmiş ve üyelerimizce dinlenmiştir. Komisyon çalışmaları kapsamında 11 toplantı yapılmış, ayrıca İstanbul’dan Marmara Denizi’ne kıyısı olan illerin yerel yönetimleri davet edilerek geniş katılımlı bir istişare toplantısı gerçekleştirilmiştir. Toplantıların yanı sıra, Marmara Denizi’ne kıyısı olan İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Tekirdağ’a alan çalışmaları ziyareti gerçekleştirilmiştir. Marmara Denizi’nde deniz uçağıyla, tekneyle ve dalış yaparak gözlemler gerçekleştirdik. Kentsel ve endüstriyel atık su arıtma tesislerini yerinde inceledik. Bu incelemelerde, atık su arıtma tesislerinin yeterli olup olmadığını, niteliklerini, efektif olarak çalışıp çalışmadıklarını ve mevcut atık suların tesislerinin revizyona ihtiyacı olup olmadıklarını yerinde inceledik.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, raporumuz da 4 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler hakkında kısaca bilgi vermek isterim. Birinci bölümde, müsilajın oluşumunun yapısı, tarihsel süreci ve müsilaj oluşumunu etkileyen faktörler ele alınmıştır. İkinci bölümde, müsilajın deniz ekosistemine etkisi, balıkçılık ve turizm sektörlerine etkileri incelenmiştir. Üçüncü bölümde, müsilajın başlangıcından itibaren kontrolü ve önlenmesi adına tüm kurumlarımız tarafından yapılan ve hâlen yürütülmekte olan çalışmalar ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Dördüncü ve son bölümde, Komisyonumuzun çalışmaları sonucunda yapılan değerlendirmelerle ortaya çıkan çözüm önerilerine yer verilmiştir. Bu çözüm önerilerimiz tüm üyelerimizin toplantılarda ifade ettiği veya yazılı olarak ilettiği hususlar dikkate alınarak oluşturulmuştur.

Değerli milletvekilleri, Marmara Denizi’yle ilgili politikalar üretilirken, Marmara Denizi’nin ülkemizin bir iç denizi olduğu unutulmamalıdır. Tedbirlerin bu çerçevede hazırlanması gerektiği, ekonomik ve çevre açısından önemli bir görevi üstlendiği de hesaba katılarak, yürütülecek çalışmaların siyasi tartışma eksenine taşınmaksızın iş birliği içerisinde gerçekleşmesi önemlidir.

Değerli milletvekilleri, tüm bu çalışmalar neticesinde, Marmara Denizi’nde görülen müsilajın oluşumunda 3 temel unsurun etkili olduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi, küresel iklim değişikliği münasebetiyle deniz suyu sıcaklığının artması; ikincisi, Marmara Denizi’nin jeolojik yapısı münasebetiyle durgun bir su yapısına sahip olması; üçüncüsü, bölgede yaşayan yoğun nüfus dolayısıyla kentsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların yeterli arıtmaya tabi tutulmaksızın denize ulaşmasıdır. Burada bizim Komisyon olarak üzerinde hızlı ve etkin olarak müdahalede bulunmamız gereken bölüm hiç şüphesiz üçüncü bölümdür yani insan kaynaklı kirliliğinin önüne geçilmesidir. Marmara’ya ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulmadan ulaşan atık suların taşıdığı azot ve fosfor yükü fitoplanktonların aşırı çoğalmasıyla birlikte müsilajın oluşmasına neden olmakta, bu durum aynı zamanda besin zincirinin bozulmasına, oksijen seviyesinin azalmasına ve biyoçeşitlilik kaybına neden olmaktadır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, müsilaj görülür görülmez Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla müsilajla mücadelede hızlı hareket edilmiş, deniz yüzeyi hızla temizlenmiştir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımızın koordinasyonunda Marmara Denizi havzasında yer alan valilikler, yerel yönetimler, ilgili kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerin katılımlarıyla Marmara Denizi Eylem Planı hazırlanmış ve Marmara Denizi Eylem Planı Koordinasyon Kurulu oluşturulmuş, bu kurula bilimsel destek sağlamak amacıyla da bilim ve teknik kurulu oluşturulmuştur. Bu çalışmalar neticesinde 22 maddelik Marmara Denizi Eylem Planı hazırlanmış ve bu süreç bakanlıklarımız tarafından yürütülmektedir.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımızın konuya olan hassasiyeti ve ilgisi münasebetiyle ciddi bir kirlilik tehdidi altında olan Marmara Denizi, 5 Kasım 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı’yla Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmiştir. Bu karar uyarınca yapılacak çalışmalara Komisyon raporumuzdaki tespit ve önerilerin de önemli katkı sağlayacağına inanıyorum. Raporumuzda müsilajın kontrolü, önlenmesi, olası etkilerinin ortadan kaldırılması ve önemlisi de benzeri çevre  sorunlarının bir daha yaşanmaması için farklı alt başlıklarla tam 157 öneriye yer verilmiştir. Bu kapsamda raporumuzda su ve atık su yönetimi, tarımsal ve denizcilik faaliyetlerinden kaynaklı kirliliğin önlenmesi, uzaktan algılama, erken uyarı sistemleriyle izleme ve denetim çalışmaları, balıkçılık ve su ürünleriyle ilgili tedbirler, müsilajın deniz ekosistemi ve biyoçeşitliliğine etkisi gibi alt başlıklarda kapsayıcı, uygulanabilir ve netice almaya yönelik çözüm önerilerine yer verilmiştir. Ayrıca, Komisyon olarak görüşümüz: Marmara Denizi’ne ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulmadan hiçbir şekilde atık suyun deşarj yapılmaması ve fakat uzun vadeli nihai hedefimiz de Marmara Denizi’ne hiçbir şekilde atık suyun verilmemesidir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, eğer çözüme doğru yönelirsek Marmara Denizi’ne günde 7,5 milyon metreküp atık su verilmektedir ve bunun 5 milyon 800 bin metreküpü İstanbul kaynaklıdır. Yani Marmara’nın kirletilmesine yüzde 75 oranında sadece İstanbul’un sebep olduğu bilinmektedir. Hâlihazırda İstanbul’un atık sularının sadece yüzde 29’u ileri biyolojik arıtmayla, kalan kısımları ise ön arıtmayla yani kabası alınarak deşarj edilmektedir. Acil çözüm için İstanbul’un ihtiyacı olan ileri biyolojik arıtma tesisleri hızla yapılmalı ve atık su tam anlamıyla arıtılmalıdır. Ne yazık ki yaptığımız görüşmelerde İBB, ileri biyolojik arıtma tesislerini yapamayacaklarını ifade etti. Hiç şüphesiz İBB bu çalışmayı yapamazsa biz Marmara’yı kaderine bırakacak değiliz. Arıtma tesislerinin kurulması için Cumhurbaşkanımızın talimatıyla Bakanlıklar nezdinde gerekli çalışmalar yapılmakta, tesislerin hızlıca yapılabilmesi için de AK PARTİ grubumuz bir kanun çalışması yapmaktadır. Mahalli idarelerin yükümlü oldukları hâlde su arıtma tesislerini verilen süre içerisinde yapmamaları durumunda arıtma tesislerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yapılması, yaptırılması, işletilmesi ve işlettirilmesi konusunda çalışmalar devam ediyor.

Konuşmama son vermeden önce Komisyonumuzun çalışmalarının yürütülmesinde desteklerini esirgemeyen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız Sayın Mustafa Şentop’a, Komisyonumuzun kurulması için verilen önergelerde imzası olan ve Komisyonumuzun kurulmasını destekleyen tüm parti grupları ve milletvekillerine, Komisyonumuzda birlikte çalıştığımız çok kıymetli, değerli milletvekili arkadaşlarıma, Komisyonumuza bizzat gelerek bilgi veren…

Aynı zamanda çözümün önemli bir paydaşı olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği ile Tarım ve Orman Bakanlarımıza, Komisyon toplantılarında sunum yapan, sorularımızı cevaplayan; bilgi, belge sunan ve çalışmalarımıza katkı sağlayan tüm resmî kurum ve kuruluşlara, sivil toplum kuruluşlarına, bilim insanlarına, özel sektör temsilcilerine, ayrıca altını çizmek isterim ki Komisyonumuzda görevli olan uzmanlarımıza Komisyon adına en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

 

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA CANBEY (Balıkesir) –

Müsilaj Sorununu Araştırma Komisyonu raporu üzerine, AK PARTİ Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Komisyon çalışmalarımız sonucu hazırlamış olduğumuz raporumuzda olabildiğince kapsayıcı olmasını gözeterek genel resmi çekmeyi amaçladık. Hâlihazırda bakanlıklar düzeyinde yürüttüğümüz çalışmaları ve bu süreçleri ele alarak detaylı bir değerlendirmeye tabi tuttuk. Akabinde ise bu değerlendirmeler doğrultusunda uygulamaya dair önerileri belirli bir sistematik içerisinde vermeye gayret ettik.

Değerli milletvekilleri, Marmara Denizi için en önemli baskı unsuru kıyı bölgelerde denize verilen atık su giderleridir. Bu atık su debisinin büyük bir çoğunluğunu da kentsel atık sular oluşturmaktadır. Marmara Denizi havzasında 287 adet evsel ve kentsel atık su arıtma tesisi bulunmakta olup bu tesislerle havzada bulunan belediye nüfusunun yaklaşık yüzde 98’ine arıtma hizmeti verilmektedir. Ancak yapılan hesaplamalara göre yalnızca fiziksel arıtma yapıları deşarj edilen atık su oranı büyük oranda İstanbul kaynaklı olmak üzere maalesef çok yüksek bir orandadır. Bu noktada İstanbul Büyükşehir Belediyesinin geçmiş dönemde projeleri tamamlanmış ve yapım aşamasına getirilmiş bazı ileri arıtma tesislerini komik gerekçelerle iptal edip temel atmama töreni gibi düzenlemesini de dikkatlerinize sunuyorum. Bu olumsuz tabloyu değiştirmek adına Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığımız koordinasyonunda çalışmalar hızla sürdürülmektedir. Marmara Denizi özelinde Marmara Deniz Havzası Eylem Planı Kapsamında Deşarj Standartlarında Kısıtlama Genelgesi 22/06/2021 tarihinde yayımlanmıştır. Genelgeyle, Marmara Denizi hidrolojik havzasında yer alan illerde, sanayi ve evsel atık su arıtma tesisleri için kirliliğin göstergesi olan kimyasal oksijen ihtiyacı parametresinde kentsel atık sularda yüzde 20, endüstriyel atık sularda ise yüzde 50’ye varan kısıtlamalar getirilmiştir. Bununla birlikte, genelgeyle değiştirilen şartlara uyum için süreler belirlenerek iş termin planları alınmıştır yani özetle, söz konusu genelgede verilen işler ve süreler tamamlandığında fiziksel arıtma oranını çok büyük bir oranda azaltmış ve ileri biyolojik arıtmayı dönüştürmüş olacağız.

Kentsel atık su kaynaklı kirliliğin önlenebilmesi için ileri biyolojik arıtma tesislerinin yapımı ve işletilmesi noktasında mahallî idarelere şüphesiz önemli görevler düşmektedir. Bu noktada, seçim bölgem olması hasebiyle yakinen bildiğim için ifade ediyorum: Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaremiz azot, fosfor giderim ünitelerinin iyileştirilmesi, sürekli izleme ve takip sistemlerinin kurulması ve proseslerin ileri biyolojik atık su arıtma tesisine dönüştürülmesi ve yenilerinin yapılması hususunda öncü bir rol oynamaktadır. Şu an 14’ü ileri biyolojik olmak üzere, 32 adet atık su arıtma tesisi ile 1 milyon 317 bin nüfusa hizmet veren Balıkesir Büyükşehir Belediyemiz, yapımı devam eden ve sona yaklaşan projeler 2024 yılı itibarıyla tamamlandığında 24’ü ileri biyolojik olmak üzere, 44 adet atık su arıtma tesisi ile 2 milyon 436 bin kişiye -ki bu bizim nüfusumuzun epey üzerindedir- hizmet verir durumda olacaktır. Bu noktada, yaptığı başarılı çalışmalar nedeniyle Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Yücel Yılmaz’a da teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; su kirliliğinin bir diğer nedeni yayılı kirliliktir yani tarımsal faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Ülkemizdeki bitkisel üretimin yüzde 7,5’i; hayvansal üretimin ise yüzde 4,5’i Marmara Denizi’ne kıyısı olan illerimizde gerçekleştirilmektedir. Tarım ve Orman Bakanlığımız tarımsal kaynaklı kirliliği önlemeye yönelik olarak Tarımsal Kaynaklı Nitrat Kirliliğine Karşı Suların Korunması Yönetmeliği’nin yayınlanması ve nitrat bilgi sisteminin oluşturulması, iyi tarım uygulamaları kodunun yayınlanması ve destekleme ödemeleri, nitrata hassas bölgelerin belirlenmesi ve bölgelere özgü eylem planlarının hazırlanması gibi pek çok tedbiri hayata geçirmiş durumdadır.

Raporumuzda da görüleceği üzere, ülkemizde müsilaj ve diğer deniz kirliliği kaynaklarıyla mücadele, müsilajın görünür  hâle gelmesiyle başlamış bir süreç değildir. Atık su arıtma tesislerinin sayısının ve niteliklerinin artırılması çalışmaları, başta Marmara Denizi olmak üzere denizlerimizde yürütülen araştırma ve inceleme çalışmaları örneğin MARMOD Projesi, sıfır atık projeleri, deniz gözlem ve izleme sistemleri gibi diğer pek çok çalışma, denizlerimizin korunmasına yönelik önemli çevre projeleridir.

Yürütülen bu çalışmalara ilişkin detaylı ve güncel bilgiler raporumuzda yer almaktadır.

Değerli milletvekilleri, sözlerime son verirken yeterli atık su arıtma tesisi bulunmayan mahallî idare kalmaması adına, söz konusu tesislerin yapımını hızlandırıcı gerekli düzenlemeleri burada hep birlikte yasalaştırmamızın önemini hatırlatıyor, raporumuzun hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, Gazi Meclisimizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum ve tüm İslam âleminin de Kadir Gecesi’ni tebrik ediyorum.

 

AK PARTİ GRUBU ADINA İLYAS ŞEKER (Kocaeli) –

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 325 sıra sayılı başta Marmara Denizi olmak üzere denizlerimizdeki müsilaj sorununun sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine AK PARTİ Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi saygı ve hürmetle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müsilaj, diğer bir ifadesiyle deniz salyası ilk kez 1729 yılında Akdeniz havzasındaki Adriyatik Denizi’nde görülmüş, 2007 yılında da Marmara Denizi’nde gözlenmeye başlanmış. Marmara Denizi’ndeki müsilajın oluşumunun ana nedenleri, iklim değişikliği nedeniyle deniz suyundaki artan sıcaklık, Marmara Denizi’nin durgun yapısı, azot ve fosfor birikiminin artması yani denizdeki, Marmara’daki kirliliğin artması. Genel olarak müsilajın etkilerine baktığımız zaman; ekolojiyi etkiliyor, balıkçılığı etkiliyor ve aynı zamanda turizmi de ciddi olarak etkiliyor.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; nüfus, hızlı kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği yoğunluk sonucu denizlere deşarj edilen atık su kirliliği artıyor. Ülkemizdeki kayıtlı istihdamın yüzde 40’ının, ülke nüfusunun yüzde 28’inin yani 24 milyona yakın kısmının Marmara Denizi’ne kıyısı olan 7 ilde yaşamasının özellikle Marmara Denizi üzerinde ciddi bir baskı unsuru olduğu aşikârdır. Marmara Denizi havzasına yapılan deşarjların yüzde 86’sı evsel ve endüstriyel atık sulardan oluşmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Marmara Denizi’ne yapılan atık su deşarj miktarının yüzde 76,53’ü İstanbul kaynaklı. İstanbul’un mevcut atık su arıtma tesislerinin toplam kapasitesi dikkate alındığında yaklaşık yüzde 29’u ileri biyolojik atık su arıtma tesisi. Yani aslında Marmara Denizi’ni en çok kirleten maalesef şu anda İstanbul.

2018 yılı TÜİK verilerine göre Marmara Denizi’ne kıyısı olan iller içerisinde ileri arıtmada Kocaeli ilk sırada yer almaktadır. Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin tamamı biyolojik arıtma olan toplam 22 adet arıtma tesisi mevcut olup Kocaeli il sınırları içerisinde arıtılmadan 1 gram su dahi denize deşarj edilmemektedir. 22 arıtma tesisinin 10 tanesi şehir merkezine hitap ederken 12 tanesi de kırsal alanlara yani köylerdeki nüfusa hitap etmektedir. Şehir merkezine hizmet eden 10 büyük atık su arıtma tesisinin 6 tanesi ileri biyolojik arıtma, kırsal yani köylere hizmet eden 12 adet biyolojik arıtma tesisinin 4 tanesi de iki ay içerisinde inşallah ileri biyolojik arıtmaya dönüşecek. 2021 yılında Kocaeli’de kentsel atık suyun ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulma oranı yüzde 72. Kocaeli’de sanayinin talebi olan yıllık 13 milyon metreküp proses suyunu da Büyükşehir Belediyesinin elde ettiği geri kazanım suyundan yani gri sudan karşılamaktadır.

Kocaeli Büyükşehir Belediyemiz, İzmit Körfezi’nde gemi kaynaklı deniz kirliliklerine yönelik denetimlerini 2006 yılından itibaren sürekli olarak havadan, karadan ve denizden yapmakta. Bugüne kadar yapılan kontroller sonucunda 482 adet gemiye 63,2 milyon TL ceza kesildi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; denizler bizim soframızdır, denizler bizim mutfağımız, denizler bizim evimiz, denizler bizim hayat kaynağımızdır. Denizlerimizi temiz tutmak için ileri biyolojik arıtma tesisi yapmama töreni değil, yapma ve sayılarını çoğaltma törenleri yapmalıyız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi üç ayda 1,5 milyon TL’yi reklama değil altyapıya, kanalizasyona ve arıtmaya ayırmalıdır diyorum.

Ön arıtma, biyolojik ve kimyasal arıtmalar yasaklanmalı, atık su arıtma tesislerinin ivedilikle ileri biyolojik arıtma tesisine dönüştürmeliyiz, membran sistemine geçmeliyiz diyorum.

Sizlerin ve aziz milletimizin bu akşam idrak edeceğimiz Kadir Gecesi’ni ve pazartesi idrak edeceğimiz Ramazan Bayramı’nı kutluyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Başta, Marmara Denizi olmak üzere, denizlerimizdeki müsilaj sorunun sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeler tamamlanmıştır.